Marmara Denizi ‘’Yeter artık!’’ dedi ve kustu. Müsilaj kıyıları kapladı. Deniz dibi oksijensiz kaldı. Balıklar ve dip aurası ölüyor. Biz mi Yaptık! Evet…
Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’mizde Deniz Bakanlığı var mı? Yok! Çevre bakanlığı var, derseniz; size bunun çok geniş bir kavramı olduğunu söylerim ve belli ki yetersiz.
Biz yaptık. Oylarımızla seçtiğimiz, ‘’Yaşamımızı yönetsin, ülkemize sahip çıksınlar’’ diye seçtiğimiz yöneticiler, bu ülkeyi 20 yıldır yöneten, tüm sorulara cevapları hazır olan yöneticilerimiz yaptılar. Doğruyu mu seçemedik? Doğru mu yönetemediler? Anahtar soru bu? Cevabı her ne olursa olsun, müsilaja çare olmayacak. O zaman acil çözümlere ihtiyacımız var.
2018 yılında Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) bir rapor yayınladı. Akdeniz’in kirlilik derecesinin çok yüksek olduğu ve ne yazık ki günde 144 ton plastik atığın Türkiye’den Akdeniz’e atıldığını tespit etti. İspanya 126 ton, İtalya ise 90 ton plastik atıkla bizi takipte…
Ülke nüfusu çoğaldıkça çöp miktarımız artmakta ama çöp kutumuzu büyütemediğimiz gibi bir de Avrupa’nın çöplerini almaktayız. Plastikler biyoçözünür değiller. Denizlere attığımız kağıt atıklar 2 hafta, bezler 1,5 ay, ip cinsi atıklar 1 yıl tahta cinsiyse 13 yılda ancak doğaya karışmakta. Oysa plastikler bir araya toplanarak adacıklar oluşturuyorlar.
2019 Sonbahar’ında İstanbul’da gerçekleşen 16. İstanbul Bienalini hatırlatmak isterim. ‘’7. Kıta’’ adı verilen bienalin konusu, içinde yaşadığımız dünyanın yeni jeolojik çağa girdiği; Antroposen denen yeniçağın en belirgin özelliğininse, jeolojik faaliyetlerden ziyade insan faaliyetlerinin sonucu oluşmuş olmasıydı. Antroposen’de Dünyamızın insan eli değmemiş köşeleri kalmazken, yerleşim merkezleriyle diğer canlıların paylaştığı kırsal arasında var olan kültür-doğa ayrımı ortadan kalkıyor.
Dünya, şehirlerinin tek bir megapolde birleştiği insan üretimi bir mekâna dönüşüyor. Global, merkezsiz bu mekanda canlılarla makinelerin, doğalla yapay zekânın iç içe geçtiği bir çağdayız. Bienal, sanatın giderek yönünü insanı merkezine almaktan vazgeçerek, insanla insan-olmayan arasındaki sınırın geçirgenleştiği dünyayı araştırmaya çevirmekteydi.
‘’Yedinci Kıta’’ sanatı, insanın etkilerini, takip ettiği yolları, bıraktığı izleri ve insan-olmayanlarla etkileşimini araştıran bir antropoloji olarak tanımlamaktaydı. Bienal adını Antroposen çağının küresel ısınmayla birlikte ortaya çıkan sonuçlarından olan, Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki devasa atık yığınından almaktaydı. 3,4 milyon kilometrekare genişliğinde, 7 milyon ton ağırlığındaki bir plastik yığınından meydana gelen “Yedinci Kıta”, insan atıklarının okyanusun ortasında dünyaya yeni bir kıta kazandırdığının altını kırmızı çizgilerle belirleyerek, ekolojik sorunlar karşısında sanatın güncel durumunu pek çok sanatçı, düşünür, antropolog ve çevreciyle araştırarak, çıkış noktası oluşturmak amacını taşıyordu.
Hawai ve Kaliforniya arasında bulunan, akıntıyla sürüklenen plastiklerin bir araya toplanmasıyla sürekli olarak büyüyen bu adadan tam 5 tane olduğunu biliyor musunuz? 2 dakika kullanıp attığımız pet şişeler, plastik bardaklar 50 yıl, plastik türevi poşetler 20 yıl, misinalar-naylon balıkçı ağları 600 yıl çözülmüyorlar.
Gezegenimizi paylaştığımız deniz canlıları içinde büyük tehlike oluşturan plastik atıklar, onların boğulmasına, gelişememelerine, yaralanmalarına yol açıyor. Bir tehdit daha var ki ucu doğrudan insan sağlığına dokunuyor. Rekor seviyelerdeki miktarlarıyla minik mikroplatikler besin zincirlerinin arasına karışarak deniz canlılarına yem olmaktalar. Plastik poşetleri, denizanası sanıp yiyen deniz kaplumbağalarının 2/1’inin bu yüzden boğuldukları saptanmış. Yuvalarını koruyup onları salimen denizlere ulaştırmakta bir işe yaramıyor, gibi.
Plastik konusunda verilen çarpıcı örneği de siz okuyucularımla paylaşmak isterim. Bilim insanları hesap etmişler ve ‘’Osmanlı’da 1566 yılında tahta geçen Padişah 2. Selim, Saltanat kayığıyla boğazı temaşa ederek geçtiği sırada içtiği suyun pet şişesini Marmara’ya atmış olsaydı; o pet şişe şimdilerde ancak yok olmuş olabilirdi.’’ Sonucuna varmışlar. Kabus gibi değil mi?
Marmara’da oluşan müsilajdan sonra tabağımıza konan deniz canlılarını yemeden önce iyice bakıp düşünmemiz gerekiyor. WWF Deniz örneklerinin %92,8 inde plastik saptandığını bildiriyor.
Unutmayalım, hava, su, toprak, gökyüzü bizim değil, sahibi değil, misafiriyiz. Çocuklarımızın, torunlarımızın ardımızdan rahmet okumasını istiyorsak, ‘’Beni ilgilendirmez, nasılsa ölüp gideceğim, benden sonra tufan’’ diye düşünmeyelim. Acil çözüm konusunda aktif olalım.
Gezegenimizi paylaştığımız diğer canlıların da yaşamını tehdit eden plastik kullanımına son vermenin yollarını arayalım.
Harika Ören 12 Haziran 2021
|