İçinde Kadir Gecesi’ni barındıran Kuran-ı Kerim’in indirildiği Ramazan ayı gelenek ve görenekleriyle farkındalık yaratan bir aydır. Yaşanırken sabır, paylaşım, empati; uğurlanırken bayramla buluşan, hoşgörüyle dargınlıklara, kırgınlıklara son veren hayırlı bir aydır.
Dört gözle beklenen top sesi, kadınların telaşla iftar sofrasına sıcak tuttukları çorbaları sofraya çıkarırken masaya son kez ‘’Eksik olan bir şey var mı?’’ endişesiyle diye göz atmaları; evin büyüğünün sofra başında saatine bakıp ‘’Ezanın okunmasını da bekleyelim’’ uyarısıyla ellerin duaya açılması ve o ağıza atılan ilk lokma…
İftar davetleri Ramazan aylarının en güzel geleneklerinden biridir. Yaşça büyüklerin davetiyle başlayan sofralar, üstüne kahve içimiyle devam eder; sohbet Teravih namazına geçilince sona erer. Çay tavşan kanı demlenmiş, sunuma hazırdır. Namaz sonrası sohbet dinsel ve bilimsel konularda devam eder. Bozacının sesini duyan evin beyi hemen hareketlenir, misafirlerine Vefa bozası ikram etmeden göndermeyi içine sindirmez. Bozacı ola ki geçmezse yerini meyve ikramı alır. Sohbet saza, söze, Karagöz ve tiyatroyla ilgili konulara doğru yol alır.
Babam anlatırdı; dayanışmanın, iyilik yapmanın, ihtiyacı olanı kollamanın daha da önemli olduğu bu ayda eskiden beyler sohbetteyken hanımlarda ayrı bir odada ya da mahallenin eğlencesi bol bir hanımının evinde toplanır; Fincan ya da Yüzük oyunu oynar; boza içip pestil, sucuklu ceviz yerken bilmeceler sorar, uyku bastırınca öpüşüp, koklaşıp yarınki programı belirleyip, uyuya kalmış çocuklar kucaklarda evlerinin yolunu tutarlarmış.
Ramazan gecelerinde karanlık sokakları aydınlatan mahyalarda o zamanlar ışıktan resimlerde olurmuş. Anneannem minareler arasını süsleyen kutsal yazıların yanındaki gül, lale, şebboy, hilal gibi ışıktan resimler arasında bir kez Kız Kulesi tasviri gördüğünü ve onu hiç unutamadığını anlatırdı. Ayrıca Mahyacıların Kadir ve Arife gecelerinde minarelere Kaftan Giydirdiğini yani minare külahlarının şerefelerinin alt kısmına kadar aydınlatıldığını, göğe yükselen bu ışıltılara bakmaya doyamadığını da sözlerine eklerdi. Şimdilerde cami minarelerimiz boydan boya ışıklı olduğundan bize ne kadar normal geliyor değil mi?
John Covel 1670’de İngiltere Kralı II. Charles’ın sefaret papazı unvanıyla geldiği Osmanlı topraklarında 7 yıl kalmış. Yazdığı ‘’Bir Papazın Osmanlı Günlüğü’’ kitabında gösterilerde ki oyunlardan bahsetmiş. ‘’Oyunlarında her zaman hayvanlara da yer veriyorlardı. Her oyunda ‘Hu’ dediklerinde bu ‘Allah’ Anlamına geliyordu. Yedi oğlu olan iyi yaşlı adam oyunu sık tekrarlanıyor, hile, kıskançlık ve öfke çok iyi canlandırılıyordu. Çalgıcıların arkasında bulunan kulislerine koşarak gidip geliyorlardı. Dört ayak uzunluktaki bir sopanın uçlarına ağır, yuvarlak taşlar bağlayan Bostancı Cambaz, inanılmaz bir çeviklikle başının üstünden, kollarının altından, sırt ve omuz üstünden sopayı ağırlıklarıyla savuruyordu. İki bıçağın sivri kenarlarının üstünde yalınayak dururken de bu ağırlıkları ustaca çeviriyordu. Bu işin piri idi. Bir başka gösteride cambaz, saçlarını ipe tutturup, bağlı olduğu makarayı bir darağacına bağlayarak kendini yükseğe çekiyordu. Bir defasında sırtına bir adam bir defasında da bir eşek ve genç bir deve bağlayarak bu gösteriyi yaptı………
Hokkabazlar burada, bizim Londra’da ‘’Deniz kaplumbağası kafalı’ dediğimiz kişilerdi. Şeytanın büyük ağabeyi olduğuna yemin edebileceğimiz kadar kötü görünüşlü bir Arap vardı…. Türkler ve Rumlar batıl itikatları olan saf ve efsanelere inanan varlıklardır. Adam, cübbesinin altından çıkardığı ehli yılanları burnunuzdan, göğsünüzden, düğmenizden çıkarabilirdi. Yılan herkesin çok korktuğu bir şey olduğundan, adamın sihirbaz kabul edilmesi çok uzun sürmedi. ‘’Diye yazar.
Şehzadebaşı ‘nda Direklerarası eğlenceleri, elektriğin olmadığı zamanlarda Kel Hasan Efendi’nin havagazı lambasıyla aydınlatılan tiyatrosu; kahvehanelerde Teravi sonrası meddah dinlemeye, nargile çekmeye gelenler; Fevziye Kıraathanesi’nde oynatılan kukla gösterisi, hokkabaz ve palyaçoların maskaralıklarını kahkahalarla izleyenler ; sonraları Ramazanlarda iftar sonrası Ferah Tiyatrosu tıklım tıklım dolarmış.
Bazı Ramazanlarda şehre gelen Cambazhaneler (-Sirkler) ki bunlar Avrupa’dan gelir, kocaman çadırlarını şehrin meydanına kurar, erkekli-kızlı cambazlar at üstünde perende atar, trapezlerde uçarken yürekler ağza gelir, akılmaz almaz; gösteriden çıkanlar, palyaçolara karınları ağrıyana dek nasıl da gülüp eğlendiklerini komşularına hararetle anlatıp, gidip görmeye teşvik ederlermiş.
Yıl 2022, bendeniz de der ki; ‘’Nisan ile geldi Ramazan/Çok pahalı neye elini atsan/ Cep boş metelik yok arasan/ Ramazan geldi, hoş geldi de/ Ey Rab’im ne zaman bitecek bu karabasan?’’
Harika Ören 03 04 2022 / İzmit
|