Gülay usta Bolu, Mudurnu’dan göç etmiş dedesinin mesleğini sürdürmüş şimdi oğullarına el vermiş. Hangar misali geniş atölyede ailecek çalışıyorlar. O zamanlar develerle, nal, mıh, menteşe vs. İstanbul’a, Ankara’ya pazarlara gidermiş. Usta bir yandan demir döverken, bir yandan da anlatmaya devam ediyor.’’Demirci ustası dediğin , demiri eliyle tutar, maşayla değil. Keramet buradadır. El işçiliğinin anlamı sadece el değmesidir. Hz.Davut sıcak demiri el ile tutar, vurur, tırnağıyla kesermiş. Eski kağnı çemberlerini yaparmış. Bir gün Hanımı ile tartışmış ve O’na el kaldırmış. Hanımı ‘’Ellerin kızgın demirlerde yansın inşallah ’’demiş. Ve Hz.Davut’un kerameti sona ermiş. Keramet Hanımdaymış. Dedem anlatmıştı da gülmüştüm. Sonra benim başıma da aynı şey geldi. Artık demir tutamıyorum. Gerçekliğine o zaman inandım. Şimdi oğlum tutuyor, bakın’’ diyerek oğlunu gösterdi. Hep şehir efsanesi olacak değil ya, bu da bir kasaba efsanesi.
Vizördeki Hayatlar ekibi atölyeye dağılmış, fotoğraf çekmeye başlamışlar bile. Demir çubukların, harlı ateşte inceltilip, eğilip, bükülmesi; birleştirilmesi işlemlerini hayretle izliyoruz. Ustanın iki oğlu ateş başında tam anlamıyla ‘’kan ter içinde’’ durmaksızın hareket halindeler. Ehil ellerde demirin şekilden şekle girmesi birbiri ardına fotoğraf karelerimize düşüyor. Dövme seslerine deklanşör sesleri karışıyor. Müthiş bir gürültü var. Birbirimizi zor duyuyoruz ama yine de herkes bir şey söylüyor. Yerdeki çeşitli hırdavat ve demir parçalarına, elektrik kordonlarına takılmamak için çaba harcarken, değişik açılardan çekmek ve ışık kaynağını doğru kullanmak gayreti içindeyiz. Dur/dikkat/önüme geçme/Pardon/tamam kelimeleri havada uçuşurken, Aylin’i bir iskemlenin üstünden çekim yaparken görüyorum. Kemal tripot(Üç ayaklı makine sabitleyicisi) kurmuş, işi şansa bırakmak istemiyor.
Fotoğrafçıların geldiğini duyan çocuklar yavaş yavaş kapı önünde toplanıyorlar. Aylin, Engin Üstat tın yardımıyla, getirdiği oyuncakları dağıtmaya başlıyor. Çok seviniyorlar, kirli yüzler kocaman gülüyor, gözleri ışıldıyor. Mutlulukları bedenlerine yansıyor. Atölyede ki çekimlerini tamamlayanlar çocuklarla çalışmaya başlıyorlar. Erkek, kız, değişik yaşlarda çocuklar gönüllü poz vermeye başlıyorlar. Şahika ile O’nlara bir şey getirmeyi düşünemediğimize üzülüyoruz. Resimlerini çekmem için yanıma geliyorlar ama ben onlarla sohbet etmeyi tercih ediyorum.Küçük bir gurup halinde gezmeye başlıyoruz. İsimlerini öğreniyorum. Birbirlerini, ailelerini, yaramazlıklarını anlatıyorlar. Biri diğerinin ağzından söz alıyor, zincirleme konuşuyorlar. Nazar, Bedriye, Kıymet, Umut, Uğur, Hasan, Ömer, Damla, Nermin, Burçin. Gittikçe çoğalıyorlar, hediye dağıtıldığını duyan geliyor. Bazıları kir pas içindeler. Bazıları, genelde kızlar temiz ve süslüler. Cıvıl cıvıl kuşlar gibiler. Benden de hediye istiyorlar. Ah nasıl düşünemedim. Yeni aldığım çiklet aklıma geliyor, bölüşüyoruz ama yetmiyor tabi. Nanenin keskin tadı bazılarının ağzını yakıyor, çeşmeye su içmeye koşuyorlar. Gülüşüyoruz. Su atma oyununa başlıyorlar. Islanıyor, eğleniyorlar. Kimi yarı çıplak. Bir tane donsuz küçük oğlan var. O’na laf atıyorlar.’’Oğlum git eve, donunu giy, ayıptır’’diye .Kaldırım kenarına oturuyoruz. Şahika’ya hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Bir daha ki gelişimde O’nlara fotoğraflarını ve hediyeler getirmeye söz veriyorum. O sıra önümüzden bir kadın çoban geçiyor. Sıra sıra keçiler ardında , ağıllarına doğru salınıyorlar.Bütün bunlar spontan olarak fotoğraf karelerinde yerlerini alıyor.
*
*
Kimi kadınlar çekinirken, kimileri çocuklarıyla kapılarının önünde poz veriyorlar. Fotoğrafçıları gören Kibariye (İsim Şahika tarafından takıldı) önceleri doğal haliyle poz verip bir ara ortadan kayboluyor..Bir de bakıyoruz makyaj yapıp, cicilerini giymiş, gerdan kırmaya başlıyor..
Kimi çocuklar camlardan bizleri seyrediyor. Bir kız çocuğunu benim küçüklüğüme benzetiyoruz. Şahika bolca portre çekimi yapıyor. Ve daha sonra aralarından bir kare, fotoğraf sitesinde günün birincisi olarak yerini alıyor.
Yenidoğan mahallesi misafirperverliği gönlümüzde güzel bir anı olarak yer ediyor ve fotoğraflarla ölümsüzleşiyor.
Aylin sona sakladığı oyuncakları ve bir diğer arkadaşımızda şekerlemeler dağıtıyor..Ağızlarda güzel bir tat ve ardımızda mutlu küçük yürekler bırakarak Mahalleden ayrılıyoruz..
Sırada Çubuk Gölü ve Göynük var.
Ben yine de eve dönünce çalar saatimle bir deneme daha yapayım diyorum. Ne olur ne olmaz…
|