Uzun bir zaman sonra ilk kez duygularına söz geçiremez olduğunu görmek ürkütücüydü. Sarsılmıştı. Toparlanması zaman alacaktı. Bunları paylaştığında erkek:
''Fazla düşünme! Buna ikimizinde ihtiyacı vardı. Hayatı fazla ciddiye almamak gerek'' demişti. O'da çok zaman önce hayatı ciddiye almayı bırakmıştı zaten. Gitmesi gerektiğini biliyor ama ayakları tarafından geri çekiliyordu. Bu neydi peki?
İçinden erkeğin elini tutmasını diledi, geçen günlerde ki gibi. Parmaklarını avuçlarının içinde hissetmek istedi. Sıkıntıyla vites değiştiren ele gitti gözleri.
Hayatını hep kendi ayakları üzerinde durarak yaşamak zorunda kalmış kadınlardandı. İç huzurunu, günün aydınlığını, üretmeye ayırarak koruyabilen bir ruha sahipti. Hoşgörülü, sevecen, hayatı eğlenerek yaşamayı seven bir kişiliği vardı. Sade ve abartısız, huzur bulduğu bir yaşamın içindeydi.
Peki ne değişmişti? Yalnızlık dilerken ve bulduğunu zevkle tüketirken şimdi yalnızlık neden gözüne bu kadar kara gözükmeye başlamıştı?
Alışmıştı. Erkeğin dostluğuna, ilgisine, sevgisine; yanıbaşında sesini duymaya, O'nunla paylaşmaya, yakınında olduğunu bilmenin huzur ve güvenine....İçten samimi gülüşüne, sadelik ve özgüvenine; erkeğin kokusuna alışmıştı.
Yola çıkmıştı, gidiyordu.
Aniden koltuğunda doğrularak, döndü ve sordu:
''Gel desem gelirmisin?''
Gaza yüklenip, vites büyüten ve hızla kırmızı bir arabayı sollayan erkek, hiç düşünmeden:
''Geleceğim'' dedi. Gülümsedi ve yola bakmaya devam etti.
Açık camdan giren rüzgar, kadının parfüm kokusunu, erkeğin aldığı nefese karıştırdı.
Erkek bir tuhaf hissetti kendini. '' Geleceğim'' demişti. Hemde hiç düşünmeden.
Sustular. Yol boyunca bir daha konuşmadılar.
Hava alanı parkında, erkek kadının bavulunu bagajdan indirdiğinde kadın:
'' Hayır ''dedi.''İçeri gelmeni istemiyorum. Beni yolcu etme.''
Erkek şaşkın, durakladı:
''Nasıl istersen ama neden?'' diye sordu. Gözleri gölgelenmişti.
Kadın, içindeki emsalsiz hüznü bastırarak:
''Sebebi yok, sadece böyle olmasını istiyorum '' dedi.
Erkeğe yanaştı. Gözgöze geldiler. Kalplerinin çoşkulu atışlarını saklamak istercesine sıradan insanların yaptığı gibi vedalaştılar.
Kadın geri çekildi. Fuları zarif bir el hareketiyle kendi boynundan çözerek, erkeğin boynuna doladı. Yanağını yanağına dayadı. Teninin sıcağını içine çekerek, kulağına usulca fısıldadı:
''Bu sende kalsın.'' Birbirlerine sarıldılar. Kısa bir an.
Kadın aceleyle erkeğin kollarından sıyrılıp, bavulunu sapıdan kavrayarak sürümeye başladı. Erkek ardından bakakaldı. Yüreği sıkıştı. Midesinden, boynuna doğru bir sıcaklık yükseldi. Farkında olmadan ''Ah'' diye inledi ve bir anda kendine gelip, kadının ardından:
''Vardığında beni ara lütfen! ''diye seslendi.
Kadın arkasına dönerek durdu ve el salladı.
O an özlem tüm kollarıyla ikisini de engin bir deniz gibi kuşattı.
Beklemek.
Geleceğini beklemek.
Çağrılmayı beklemek.
Her telefon melodisine, her mesaj tınısına, koşarak ulaşmak...O mudur ? diye.
Aslında sevmek, beklemek demek değil midir?
Ve özlemle beklemek...
|