35 yıl önce Birleşmiş Milletler tarafından 5-16 Haziran 1972 tarihlerinde, Stockholm‘de düzenlenen Çevre Konferansı, 113 ülkenin katılımıyla gerçekleşmiş ve konferansta çevre-insan kavramına değinilerek, dünyanın doğal dengesinin korunması için insan ve doğal varlıklara öncelik veren bir anlayışın egemen olması gereği ortaya koyulmuştur. Bu konferansta alınan kararların bir anlamda çevre koruma alanında milat olması gerçeğinden hareketle, konferansın toplandığı tarih DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ ilan edilmiştir. Bu konferansta, kapitalist kalkınma anlayışını sorgulayan dönemin Hindistan Devlet Başkanı Indra Gandhi, günümüzde hala geçerliliğini koruyan tespiti ile en önemli küresel sorunun, yoksulluk, açlık ve barınma olduğunu dile getirmiştir. Bu tespit ne yazık ki geçerliliğini halen korumaktadır.
Stockholm Çevre Konferansı‘nın 20. yıldönümünde, 3-14 Haziran 1992 tarihlerinde, Brezilya‘nın Rio kentinde "BM Çevre ve Kalkınma Konferansı" toplanmış ve dünya ulusları, çevre ile uyumlu bir kalkınmanın stratejisi arayışları üzerine şekillenen anlaşmalar imzalayarak, temel ilkeleri belirlemişlerdir. Aradan geçen 20 yılda, çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi, ekonomik politikaların, sosyal yaklaşımların çevre ile uyumunda gelinen nokta yeniden Rio‘da değerlendirilecektir. Konferansın ana teması "sürdürülebilir kalkınma ve yoksullukla mücadele bağlamında yeşil ekonomi ve sürdürülebilir kalkınma için kurumsal çerçeve" olarak belirlenmiştir.
1972 yılında "Çevre ve İnsan" merkezli oluşan çevre politikaları, 1992 yılına ulaşıldığında "Çevre ve Kalkınma" anlayışına evirilmiştir. 2000‘li yıllarda ise temel çevresel söylem "Sürdürülebilir Kalkınma" kavramı çerçevesine daraltılmıştır. Bu yaklaşım, çevresel değerler ve doğal varlıklardan ziyade ekonomik kalkınma, serbest piyasayı ve rant/kar dürtülerini temel almaktadır. Bugün dünyamızın içinde bulunduğu en büyük çevresel riskler; Fosil Yakıtların Kullanımı ve İklim Değişikliği, Nükleer Enerji, Hızlı Nüfus Artışı ve Tatlı Su Kaynaklarının yetersizliğidir.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatının (OECD), 2050 Çevre Tahmin Raporu, küresel politikaların değişmeden kalması halinde, dünyayı karanlık bir tablonun beklediğini söylemektedir. 2050 yılında dünya nüfusunun 9 milyarı aşacağının belirtildiği raporda, nüfus artışıyla birlikte enerji tüketiminin artması ve toprak paylaşımı ile biyoçeşitliliğin azalması konusunda sorunlar yaşanacağı belirtilmektedir.
Bu rapora göre, sera etkisi yaratan gazların atmosfere yayılması sonucu ortalama sıcaklıkların 3 ila 6 derece yükselmesi beklenmektedir. Bu artış, uluslararası sözleşmelerle kabul edilen, sıcaklık artışını iki derece ile sınırlı tutma hedefinden çok daha fazladır.
Ülkemizde ise, son 20 yılda yürütülen Kirli Çevre Politikaları sonucu; çevre alanı yıllar boyunca istismar edilmiş, yerli ve yabancı sermayenin hizmetine bir talan ve yağma olanağı olarak sunulmuştur. Gelecek nesillerin ihtiyaçları göz ardı edilerek, doğal kaynaklarımız vahşi bir şekilde yok edilmektedir. Ormansızlaştırılan alanlardan kentsel/rantsal dönüşüme, enerji politikalarından madencilik faaliyetlerine, yaşanan doğal afetlerden tarım ve gıda uygulamalarına kadar geniş yelpazede yaşanan olumsuzluklar tüm gerçekliğiyle ortadadır.
Avrupa Komisyonunun "Türkiye 2011 Yılı İlerleme Raporunun" çevre bölümünde gelinen süreç eleştirilmektedir. Genel olarak çevre alanında sınırlı ilerlemenin kaydedildiğinin belirtiliği raporda; doğa koruması konusunda ilerleme kaydedilmediği, su kalitesi ve iklim değişikliği konusunda genel politika geliştirilmesi bakımından çok sınırlı ilerleme kaydedildiği belirtilmektedir. Ayrıca, ÇED Yönetmeliğinin ekleri ile ilgili olarak Nisan ayında yapılan değişiklikle getirilen bazı istisnaların kaygı uyandırdığı, sulak alanların korunması yönetmeliğinde yapılan değişikliğin sulak alanların korunma durumunu zayıflattığı tespit edilmiştir.
Diğer taraftan, Yale Üniversitesince düzenli olarak yapılan "Çevresel Performans Göstergeleri (EPI)" sonucu Türkiye‘nin çevre alanındaki karnesinin giderek daha da kötüleştiği görülmektedir. 132 ülkenin Çevresel Performansının değerlendirildiği çalışmada, 2006 yılında 49. sırada bulunan Türkiye, 2008 yılında 72. sıraya, 2010 yılında 77. sıraya ve 2012 yılında ise 109. sıraya gerilediği görülmektedir. Bu sıralamada; Sudan, Tunus, Trinidad Tobago, Kongo, Angola, Mozambik, Kenya, Benin, Vietnam, Namibya, Etiyopya, Zimbabwe, Zambiya ve Gabon gibi bir çok ülkenin Türkiye‘den daha üst sıralarda yer aldığı görülmektedir.
Genel Çevresel Performans açısından 132 ülke arasında 109. sırada olan ülkemiz, Ekosistem Canlılığı açısından 118., Biyoçeşitlilik açısından 121., İklim Değişikliği açısından 71., CO2 Emisyonları açısından 66. ve Yenilenebilir Enerji Kullanımı açısından ancak 64. sırada kendisine yer bulabilmiştir.
Kutlayamadığımız 5 Haziran Dünya Çevre Günü‘nde bir kez daha vurgulamak istiyoruz;
- Çevre kirliliğinin temellerinden olan enerji politikası, enerjinin verimli kullanılması ve temiz, yenilenebilir enerji kaynakları üzerinden şekillendirilmelidir. Kirli, geri kalmış ve atık sorunu çözülmemiş olan nükleer santral yapımı macerasından vazgeçilmelidir.
- %20 olan kayıp-kaçak elektrik oranı azaltılmalı, enerji üretiminde %2 olan yenilenebilir enerji kaynağı oranı arttırılmalıdır. ENVER projesi ile yürütülen enerji verimliliği çalışmalarında sağlanan enerji verimliliği verileri kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
- Kentlerde, herkesin sağlıklı çevrede yaşama hakkı sağlanmalı, alt yapı hizmetleri tüm yurttaşlara ücretsiz olarak ulaştırılmalıdır.
- Barınma hakkı hayata geçirilmeli, rantsal dönüşüm üzerinden şekillenen kentsel dönüşüm süreci, yurttaşların barınma hakkını elinden alacak ve kentsel çevre sorunlarını pekiştirecek biçimden uzaklaştırılmalıdır.
- Suyun ticarileştirilmesi, yer altı ve yer üstü suların varlık nedeninden uzaklaştırılarak kiralanması ve enerji üretiminde değerlendirilmesi sonlandırılmalıdır.
- Sera gazı emisyonun azaltılması adına uluslar arası toplantılarda ve anlaşmalarda ülkemiz ilkeli ve çevresel hassasiyetleri gözetir bir biçimde temsil edilmelidir. Sera gazı azaltımına yönelik olarak ülke politikaları tekrar belirlenmelidir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) Sekretaryası‘na TÜİK tarafından Nisan 2012‘de teslim edilen 1990-2010 Ulusal Envanter Raporu‘na göre, Türkiye‘nin 2010 yılı toplam sera gazı emisyonları 401,92 milyon ton CO2e (karbon dioksit eşdeğeri) olarak gerçekleşti. Bu, ülkenin emisyonlarını 1990‘a göre %115 arttırdığı anlamına geliyor.
- Tek başına güçlü bir Çevre Bakanlığı kurulmalı, çevre sorunlarının önlenmesi ve çözümünde yegane meslek disiplini olan çevre mühendisi istihdamı arttırılmalıdır.
- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın gerçekleştirdiği faaliyetlerden doğru, çevresel kirliliğin ne kadar önlendiğine ve azaltıldığına dair veriler oluşturulmalı ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
- Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı geri çekilmeli ve çevresel hassasiyetler, biyoçeşitlilik ve doğa göz önünde bulundurularak, koruma yaklaşımı ile tekrar ele alınmalıdır.
- Dilovası, Ergena Havzası, Kızılırmak Havzası ve diğer güncel çevre sorunlarının çözümüne dönük olarak somut ve kararlı adımlar atılmalıdır.
adresinde yer almaktadır.
Ülkemizi yeni belirsizliklere ve yıkımlara götüreceği aşikâr olan Kirli Çevre Politikaları ve Uygulamaları konusunda yetkilileri ve kamuoyunu bilgilendirme ve uyarma, daha güzel ve yaşanabilir bir çevre yaratılması sürecine katkıda bulunma mücadelemiz devam etmektedir.
Bilimin ve hukukun yol göstericiliğinde doğal varlıklarımızı koruyarak, bugünden yarına taşıma yönündeki politikalarımız, mesleki sorumluluğumuz ve ahlaki görevimiz haline gelmiştir.
Saygılarımızla kamuoyunun bilgisine sunarız.
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
|