Kutular... Rengi hafiften solmuş, tozlanmış, üzerine ''Ayıklanmalı'' kelimesi yazılmış, üç adet kutu, önümde duruyor. Bahar temizliğinde elden geçirilip, bakılması gerekirlerken, koşturmalarım yüzünden bir Temmuz Pazar gününde karşılıklı bakışır olmuşuz.
Hava mı çok sıcak yoksa kutulardan bana doğru esen; unutulmaya yüz tutmuş anıların, kapağını açtığımda beni yalayıp yutacak enerjisi mi, bu ağırlık, bilemiyorum?
Bakışıyoruz. Hele ki birinin üzerinde (***) var. Bakışlarımı o kutudan alamıyorum. O daha hafif ve dingin; bana göz kırpıyor gibi... Üç yıldız önemli gördüğüm şeylere koyduğum işarettir. ''Önce ben'' diyor. ''Önce beni aç!'' Davetkȃr.
İçimi çekiyor ve soğuk bir içecek almak için mutfağa yöneliyorum. Zaman kazanmak istiyorum. Belki, biraz daha merak etmek, heyecanlıyım. Bir kutu, anımın kapağını açacağım, biraz sonra...
Bana göz kırpan, mor çiçeklerle bezenmiş bir Vakko şapka kutusu... Geçmiş zamanların seslerini taşıyan; hüzne hazırım.
Flört zamanı geldi, yavaşca yana doğru deviriyorum kutunun kapağını..
En üstte şeffaf bir kalp kutu içinde tombala kartları var. Birçok yılbaşımıza eşlik etmiş sevimli kırmızı kartlar bunlar. Yanı başında yaldızlı bir poşet içinde, yeğenimin oyuncakları duruyor. Saklamışım. İki minik araba, bir tahta palyaço (Hep dişlerdi),iki küçük süpermen (Bir keresinde Süpermen gibi camdan uçmaya kalkışmıştı da, aklımızı almıştı). O an ki halimiz gözümün önüne geliyor. Gülümsüyorum, gülüyorum ve kahkahayı basıyorum.
Ve ajandalar...Yooo, onları çıkarıp kenara koyuyorum. En son bakılacaklar, olduğuna karar veriyorum. Beni acıtacaklar, adım gibi biliyorum.
Renkli kurdeleler, atılmaya kıyılamayan davetiyeler, tebrik kartları... Aralarından yeşil bir zarf ''Al ve beni oku!'' diye haykırıyor. Yeni yıl kartı. Emoş'um yazmış:
-Dün cevahir'de bir iç çamaşırı dükkanına girdim. Kıza popomu dönüp ''Bu ölçülerde süslü don istiyorum'' dedim. Kapıdan çıkarken çok mutluyum çünkü bize göre yok! Bir kere itiraz etme! Beni sen kışkırttın. Ben hiç yazmayıp kendim gülecektim. Kel alaka ama bu bile sizleri sevme nedenlerimden. Bir, Sizleri gülümseyerek anıyorum. İki, pazar donları daha sağlıklı. Üç, don almasam da sizlere bir şey alabilmek bayağı bir mesai gerektiriyor. Dört, Sıska arkadaş da sigara içmese bize benzeyebilir.
SONUÇ; Seni seviyorum. Tanışalı asır oldu galiba ama artık daha çok seviyorum. EMOŞ.
Kartın üstünde ki resimler de, çamaşır iplerine mandallarla tutturulmuş sayfalarda; sağlık, neşe, mutluluk, başarı, sevgi dilekleriyle mutlu yıllar cümlesi yer alıyor. Ah! bir de tarih yazsaydın ya Emoşcuğum.
Elim son sayfası açık kalmış, küçük 1989 cep ajandasına gidiyor. Okuyorum.
* Hayat onu isteyenlerindir.
* Hayatı ciddiye almayın.
* Açık bulduğun pencereden geçmelisin, yarar getirmese de zararı olmaz.
* İnsanın yolu üzerinde kendi ruhsal korkularından başka engel yoktur. Evimiz dünyada, nasıl oturulacağını bilemiyoruz. Sevdiğimiz kadın veya erkek bizi bekliyor ama, O'nu nerede bulacağımızı bilmiyoruz. Henri Miller
* Farklı olaylar farklı kişilerin başına gelir. Önenli olan olay bitimin de nasıl davranılmasının bilinmesidir.
* Özgürlük sorumluluktur.
* Uzun ömürlü, mutlu evlilikler; akıllı, güçlü ve sabırlı erkek ile kadının eseridir.
Anlıyorum ki bu, kendimi yapılandırmaya başladığım bir sene olmuş. Hayatı anlamak için derinden bakmaya başladığım bir zaman dilimi...Sık sık okumak, aklımda tutmak üzere beğendiğim cümleleri, ajandamın arka sayfasına not almışım.
Yere düşen bir takvim yaprağında dört satır, tarih 3 Ocak Cuma. ''Evimizi yanmaktan, kuşumuzu ızgara olmaktan son anda kurtardık. Vecdi'nin elleri yandı, sinirlerimiz bozuldu''. Evet, acele alınmış bir kararla evden çıkınca, söndürmeyi unuttuğum mumun, hayatımızı alt üst etmeksinden kıl payı kurtulduğumuz gecenin ardından yazmışım.
Ve 2003 ajandası...Bakışıyoruz. Mavi renkli kapağı içindekileri saklayan, büyücek bir BEKO ajandası...Hayatımın kırılma noktası, kanırtarak, acımasızca, ciğerimi sızlatan, yüreğimin avazlarına teslim olduğum 2003 yılı.
Ocak ayı güzel kutlamalarla başlamışken, Mart ayı hayatımıza sıkıca bir şamar indirmiş. 7 Nisan bir Milat, çıldırdığım gündür. Oturduğum yerden gözümü tekerlekli servis masasının üstünde ki doktor aletlerine dikiyorum. Benden bir ben çıkıyor, masaya doğru yürüyor ve çılgın gibi saçlarını kesmeye başlıyor. Deliriyorum. Bir an. Silkindiğimde farkına varıyorum ki hala oturduğum yerden masaya bakmaktayım. Aniden kalkıp, merdivenlerden yuvarlanırcasına iniyor, hastanenin giriş basamaklarına yığılarak oturuyorum. Haykırarak ağlıyorum. Kalabalıklar arasındayım. Ama ben kimseyi görmüyorum. Gözyaşlarım sel oluyor. Aklımı korumaya çalışıyorum. Dudaklarımdan ''Allahım, bana bir mucize göster'' cümlesi dökülüyor. Yalvararak tekrarlıyorum, ''Mucizene ihtiyacım var''. Defalarca tekrarlıyorum, gözyaşlarım bitiyor ki akmaktan vaz geçiyor, sakinliyorum. Başımı gökyüzüne kaldırıp derin derin nefes alıyorum.
Leylekleri görüyorum. Üç öncü leylek gökyüzünde aheste beste süzülüyorlar. Bahar gelmiş. İlkbahar gelmiş. Hayat devam ediyor. Hafifliyorum. Ruhum gülümsüyor. İşte bu, bir mucize...Toparlanıp yerimden kalkıyorum, koşar adımlarla kızıma sarılmaya gidiyorum.
Nisan ve Mayıs'ın ardından 2003 Haziran, düğünümüz var. Can'ım, gelin oluyor. Baba evinden, kendi yuvasına uçuyor. ''BİR DÜĞÜN'' yazmışım bu ayı kaplayan sayfaların başına, kocaman harflerle.
2003 Temmuz. Bu kez ''BİR CENAZE'' yazmışım, bu ayı kaplayan sayfaların başına. Kocaman harflerle.
Sonraki ayların başlaıklarında ise ''KALANLAR GİDENİ GÖNLÜNDE TAŞIR'' yazıyor, büyük harflerle.
Hüzün zaman zaman, deli dalgalarla gelir, gönlümün kıyısına vurur
Aşınan kayalar gibi ruhum, suskun, yorgun, öylece durur
Islak kumlara yazılmış hikayeler, ummana karışır
Silinir yavaş, yavaş
DENİZ son kum tanesini alana kadar...
Ahmet Özhan'ın sesinden dinlemeye doyamadığım bir parçadır.
|