Akşam, hava kararmış, koltuğuma kıvrılmış televizyon izliyorum.
Bir reklam dikkatimi çekiyor. Afacan bir bebek gözlerini devire devire ‘’Bu burun tıkanacak! Anne gece rahat uyusun diye burnumu açık tutmam. O anne her gece beş defa kalkacak, gelecek, bana bakacak.’’ Diyor.
Bir ilaç firmasının yeni tanıttığı burun açıcısının reklamı devam ederken ben artık görmez ve duymaz oluyorum.
İçim daralıyor. Hatırlıyorum. Yaşadıklarımı, yaşanılmışlıkları…
Kutsal anne. Evet, dünyaya bir insan yavrusu getirmek, yaratılma sürecine bedenen ve ruhen tutsak olarak eşlik etmek kutsal bir olay, tamam. Annelik yapmak kutsal bir olay da; hepsi bu mu?
Neden anneliğin hep cici ve keyifli tarafları göze sokuluyor da; kadının hamilelik sürecini es geçtim, doğum sonrası karmaşasından hiç bahsedilmiyor? Ya da fısıltıyla bahsediliyor?
Kadının doğum sonrası nasıl bir duygu fırtınası ile sarsıldığı, kafasının karıştığı, başını sağdan sola savurarak görünmez duygu duvarlarına çarparken duyduğu acıdan; kocası ile çocuğu arasında ki gelgitlerde boğulmamak için nasıl çırpındığı, içinde bulunduğu cendereden kimse söz etmiyor.
Yaratıcı olmak bir o kadar mukaddes bir o kadar derin ve sarsıcı bir etki ki; doğurduğun günden itibaren bileğine kelepçelenen yeni bir varlıkla yaşamanın ağırlığı; ruhu hırpalıyor. Ta ki doğumla ayrıştığın ama ömür boyunca bir bütün olacağını anladığın güne kadar.
İlk bebek ‘’ proje bebek’’ olmaya mahkum kalıyor. Çiçeği burnunda anneyi, yetmeye çalıştıkça, yetemiyorum sanıp vicdanının bağırdığı; mükemmel olduğunu hissettiğine sevinecekken; bebeğin gece yarısı çığlıklarına karışan bir içsel sancı kuşatıyor. Anne, doğum sancısından daha da keskin, uzun süreli bir sancıya teslim oluyor.
Sütün kesiliyor, robotlaşıyor, depresyona giriyorsun. Kendini unutup, tutarsız, alıngan, devamlı ağlayan bir inek gibi hissetmeye başlıyorsun.
Hamileliğini sana müjdeleyen, prediktörün üzerinde iki çizgiyi görüp; yüreğinin sesini durduramadığın o mutlu gün bile öyle uzak ve hayal edilemez kalıyor ki.
Mutlu olmak istiyor ama beceremiyorsun. İzin yok sanki!
‘’Oh tamam, oldu bu iş’’ demene izin yok. En mükemmel olduğun anda bile ‘’Nefes alıyor mu?..Gazı tam çıktı mı acaba?.. Karnını doyurabildim mi?..Bir daha çığlık çığlığa ağlarsa bu sefer ne yaparım?..’’ vıdı vıdıları, beynini yiyip bitiriyor.
Uyuyamıyorsun? Bir adım sonrasının hesabıyla huzursuz, dönüp duruyorsun yatakta.
Hemen yanında kocan uyuyor.
Artık O aile babası. İçten içe şaşkın, bebeğin etrafında dönen anneler topluluğuna uzaktan bakan; çaresiz sadece seyirci. Elinden ne gelir bilmiyor zaten kadın dünyasına sızamıyor, ürküyor.
E Harika Hanım, ne yani biz çocuk sahibi olmaktan vaz mı geçelim? Bunu mu demek istiyorsun? Dediniz, duydum.
Yook canım ne haddime. Hem de Başbakanım ‘’Üç tane doğurunuz.’’ Buyurmuşken.
Sadece kadın hayatında ki ‘sır’ bir dönemin kapı arkasına sızıverdim. Kadının bile anlayamadığı ve bunun için anlatamadığı bir döneme, geçici ama yıpratıcı bir döneme.
Hep O gecede 5 kere diyen mavi gözlü veletin yüzünden.
İnanın yoksa bunlar nereden aklıma gelecek...Unuttum gitti.
|