Hani derler ya anıların sayfa, sayfa içine girmeyeceksin, dünü dahi unutup bu günü şükrederek yaşacaksın. Gerçi öylede yapıyoruz, anı yaşıyoruz en ince detayına kadar ve yinede güzellikleri anın da bitiriyoruz. Bazen dinlediğimiz bir Şarkı da, okuduğumuz Romanda, bir Şiirin dizelerinde yada çok eski bir resimde kendimizi buluruz ve anılardan bir sayfa açılır gözlerimizde, istesek de, istemesek de okuruz açılan sayfayı.
Adnan Beşir bey arkadaşımın paylaştığı bu resim beni 10 Ağustos 1970 senesine götürdü. 1969 senesinin Haziran ayında Rahmetli Babaanneciğim ve Dedeciğimle Giresun Kayadibi mevki de yaşamaya karar verdim, burası bir köy yeriydi.
1970 senesine kadar belki de yaşayamadığım çocukluğumu o senelerde yaşadım, el bebek, gül bebek. (RABBİM HER İKİSİNİDE GANİ, GANİ RAHMET EYLESİN ) Ben bir şehir kızıydım, köy hayatı, gelenek ve görenekleri bana çok yabancıydı ve hatta yiyecek, içecekleri de. Babaanneciğim ve Dedeciğim mısır ekmeği yerlerdi, hatta kahvaltılarını bile mısır ekmeği ile yaparlardı.
Bense sadece babaanneciğimin yayık ayranına mısır ekmeğini doğrar yerdim, hele birde o ayran ekşimiş ise hımmm bayılırdım. Banyoyu da arab sabunu ile yaparlardı. Dedim ya hani ben şehir kızıyım, bana her gün Dedeciğim somun ekmeği alırdı, kahvaltı ve yemeklerde yemem için.
(Tahta yuvarlak bir sofrada yerde yenirdi yemek ) ve banyo içinde hiç unutmam gül kokulu puro sabunu alırdı Dedeciğim, kızım gül koksun derdi, haaa bu arada hala anlamını bilmediğim bir hitap şekli vardı Dedeciğimin bana, ismimi söylemez, ( Egucben )derdi.
Eyvah gözlerim doldu şimdi, 17 Ağustos 1970 köy evinin bahçesinde yapılan düğünümde, delme çatma bir gelinliğimle Dedeciğim benimle karşılıklı yöresel Giresun oyununu oynamıştı, daha sonra boynuma sarılıp göz yaşları içinde gitme, gitme Egucben, sen daha çocuksun, ziyan ederler seni, gitme, gitme diye yalvarmıştı. Evlenmeme çok karşı çıkmıştı, feryatlar edip köyü ayağa kaldırırcasına haykırmıştı.
Erkek evi söz kesmeye geldikleri gece, adettenmiş şekerli şerbet yapılıp orda ki misafirlere ikram olurmuş, söz şerbeti. Rahmetli Dedeciğim şerbet kazanını Erkek evinin misafirlerinin başına geçirmiş. Rahmetli Babacığımın üzerine yürümüş sen bu çocuğu nasıl kocaya verirsin, bu kız daha çocuk, Hasan hakkımı helal etmeyecem sana demiş. Ama bilemezdi ki Dedeciğim çocukta olsam ben istemiştim EVLENMEYİ, Babacığım ben istiyorum diye evlendiğim gence aşık olduğumu düşünmüş, oysa evlilik benim için bir kaçıştı, sığınabileceğim bir limandı, ( öyle zannetmiştim ) çocukluk işte.
Sadece Rahmetli Babaanneciğim biliyordu neden o gençle evlenmek istediğimi,ki evliliğin ne olduğunu bilmiyor ve o genci tanımıyordum bile, hatta şöyle demiştim ( TELİM ve DUVAGIMLA, NAMUS ve ŞEREFİMLE GELİN OLURSAM YETİM SEVİNDİRECEM ) çünkü bende yetimdim, yetim olmanın ağırlığını taşımıştım tam 15 sene, ve bu sır Babaanneciğimle toprağa gitti.
Resimdeki ÇÖTENE gelince, neydi onun anısı? Evlendiğim genç Almanya’dan izine gelmiş, Ailesi Almanya gibi bir Ülkede bekar yaşamasını sakıncalı buldukları için bir kız arayışı içine girmişler, oğullarının başını bağlamak için.
Beni ve Ailemi Bursa’da tanıyan komser Dayıları beni önermiş erkek evine, hem yeğenimin başı bağlanır hem de kızın yetim hayatı sone erer, göz yaşı diner demiş. Bir gece yarısı sülale toplanıp Babaanneciğimin evine beni görmeye geldiler, Babaannemin evinde elektirik yoktu. Gaz lambası kullanırdık, misafirleri ben karşılamıştım, ilk karşıma çıkan kişi ise evlendiğim gençti, ilk defa onu o gece gaz lambasının ışığında görmüştüm, tabi ki oda beni.
Allahın emri Peygamberin gavliyle istenmiştim, kendi ellerimle toplayıp kuruttuğum çaydan demlemiş ve misafirlere ikram etmiştim, galiba benden önce çayıma vurulmuşlardı, çünkü beni tanımıyorlardı bile. 2 gün sonra yine gece söz kesmeye geldiler, daha önceden haber verilmişti geleceklerini, ama adetten miymiş ne gelin olacak kız evde olmamalıymış. Ben henüz evden gitmemiştim ki aniden fener ışıkları göründü, benim evden gitmeme fırsat kalmamıştı.
Babaanneciğimin köy evinin hemen yanında bu ÇÖTEN vardı. İçi henüz boştu, bana Babaanneciğim bu ÇÖTEN’İN içine girmemi, gizlenmemi söylemişti, girdim ÇÖTENE. Daracık bir yer, ama kimsenin aklına gelmemişti herhalde, Fener ve Gaz lambasının ışınları tahta aralarından ÇÖTENİN içine yansıyıp benim orda olduğum görünecek diye.
Hah yakalanmıştım, ağızlardan çıkan ses gelin buranın, ÇÖTENİN içinde, hey millet… ve gelin hanım çık ortaya, biliyoruz oranın içindesin. Şimdi keşke hep o ÇÖTEN’İN içinde mi?
Kalsaydım ne diyorum, diyorum ama, o ÇÖTENİN içinden çıkmış olmamın bir mükafatı, yaşam dallarım, 3 Aslanlar gibi Oğullarımın olması.
|