Bir hikȃye kurgulamam için, kullanmaya konu mankenine ihtiyacım yok.
Benim hikayem, hikaye kurgulamama o kadar çok yeterli ki, her gelen giderken bir hikaye bırakmıştır arkalarında, kurguladıkları pembe masallarla.
Bense saf ve aptalca roman gibi dinlemiştim can kulağıyla onları.
Bir zamanlar, hep bir soru işareti olarak kalmış olsa da, kim, ne olduğunu ve ne olarak yaşadığını bilmeden yaşardı o.
Sadece bildiği tek şey yalnızlığıydı galiba o yıllarda daha da mutluydu.
Bir gün bir melek mi, şeytan mı, yoksa gönül avcısı mı dese, biri çıkar karşısına ve ona, bir kadın olduğuna dair sorularının cevabını, baklava dilimleri ile sunar.
Sorularının cevabını öğrendiği gün, duygularının, hislerinin olduğunu da fark eder.
Ve de ilk defa tattığı duygularında ne acıdır ki, sırtından vurulur.
Canının yangılarında fark eder ki, bir çocuk doğmuştu gönül evinde.
O küçük, yeni doğan çocuğu, her ne kadar korumak istemiş olsa da, sanki gözle görünürdü çocuksu oluşu, her kapı tıklanışında açacaktı gönül evinin kapısını, uğrak sınavcılarca küçük bir çocuğu kandırması çok kolay gibiydi.
Hoş çocukta uslu değildi, hayatı yeni tanıyordu, tattığı baklavanın tadı damağında kalmış gibiydi.
Duygularını hislerini hayallerinde büyütüyor, hayallerinde yaşıyordu, yeniden var oluşunu yaşamak inancıyla, bir umut diyordu.
Her umudun bir gün hayallerden çıkıp gerçekleşeceğine inanıyordu.
Yıllar geçtikçe duygularının hislerinin doğmakta geç kaldığını hissediyordu şimdi.
Keşfetmiş ti, öğrenmişti ki sevdalar sadece bir amaç, çıkar uğrunaydı. Duygular ise, insan kılıklı aç kurtlara yemdi sadece.
Duyguları sadece çırılçıplak soyarak, egolarını tatmin edebiliyorlardı.
Her defasında inanmak, güvenmek istediğinde, inancı, güveni tükenmişti, ’’KADIN’’ olduğundan nefret edercesine.
Yeniden var oluşunun pişmanlığına düşmüştü. Acaba kendi miydi bunun suçlusu, yoksa saf ve temiz duygularını sömüren insan kılıklılar mıydı?
O kim, ne olduğunu ve ne olarak yaşadığını bilmeden yaşadığı yıllarda galiba daha da mutluydu tek aşkı yalnızlık olmuş olsa da.
Şimdi geriye, o kim olduğunu bilmeden yaşadığı yıllara geri dönmek ister, yeniden var oluşuna kahredercesine.
.
“Kadın aşkı yaratır ve yine kadın aşkı öldürür” demiş ileri gelenlerimiz.
Günlerce sorular yöneltmişimdir kendime ve demişimdir ki bu her kadına mahsus değildir, eğer kadın yaratılmamışsa aşkı da yaratamaz,.
Önce kadın yaratılmalıdır.
Mesela ben, dudaklarına uzatılacak üzeri bal sürülmüş bir dilim ekmek gibidir kadının yaratıcısı derim.
Dudaklarına uzattığın dilim ballı ekmeği tam dudaklarına sunmuşken vazgeçip geriye de çekilirse işte o zaman kadının aşkı öldürdüğü gibi sende kadını yaratılmadan öldürürsün.
Kadını yaratmasını bilmiyorsan, kadının da aşkı yaratmasını beklemeyeceksin.
Önce kadını yarat, yarat ki, kadın da aşkı yaratsın, hem de ölümsüz aşkı.
Kadın kadın olmadan aşkı ne anlar be arkadaş.
Biliyor musun dost bazen diyorum ki, iyi ki gözyaşlarımın ıslattığı sigaram var. Biliyorum diyeceksin ki yazık değil mi ciğerlerine. Evet, yazık değil mi dost bildiğim sigaramın gözyaşlarıyla ıslanıp yarıda sönmelerine.
.
***
"Bir sevgi istiyorum" dedi
Yüzlerce kişi sevgili olmak istedi.
Ya okumasını bilmiyorlardı
Ya da kendilerini adamdan zannediyorlardı.
Oysa istediği sadece tek bir “SEVGİYDİ”
Sevgili değildi.
|