Contemporary İstanbul 2012'de dolaşırken, karga figürünün sanatçılar tarafından bolca kullanılması dikkatimi çekmişti.
Louise Alexander Gallery'nin standında, video entelasyon ve reçine heykelden meydana gelen ''Karga'' figürünün önünde takılıp kalmıştım. Sanatçı Pascal Haudressy eserinin tanıtımını yapıyordu. Figür, video ile destekleniyor ve sanki müzikle de anlamı keskinleşiyordu. Çok etkilenmiştim.
Kültürümüzde karga uğursuz, gece ya da sabah erken duyulan karga sesi ise acı haber olarak değerlendirilir. Eyvah dedim bu hayra alamet değil. E valla haklıymışım...2012'nin son günlerinden geçmişe doğru bir göz atınca, hislerimin beni yanıltmadığını gördüm.
Kıyamet kopmuş meğer…
1999 dan beri yeni depremler ha oldu ha olacak, kaygısıyla dünyaları ben yarattım halimiz, yerlere düşüp; her an ölüm korkusuyla yaşarken, ruh sağlıklarımızı kaybedeli çok oldu.. İnsanlar gelecekten ümitlerini kesip, gülemez, eğlenemez oldular.
Kendimizi toparlayalım derken; laiklik elden gidiyor telaşıyla meydanlara döküldük. Ardından kıyamet koptu. Silivri en gözde dinlenme yeri oluverdi. Bavulunu alıp giden, asker-sivil –gazeteci geri gelmeyince, kerametini merak edenler çok olduysa da, anlayabilen çıkmadı. Soner Yalçın, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay ve birçok kişi Ergenekon çorbasına düşürülünce, çareyi zamanı değerlendirmek adına, kitap yazmakta buldular.
Elinde ki terazisi dengesini kaybeden Bayan Adalet, birden tökezleyiverdi. Yere düşmemek için, can havliyle, canı dişinde, son gücünü kullanıyor.
Kıyamet koptu, her gün verdiğimiz şehit sayısı artarak çoğalmaya başladı. Yüreğimiz acıdı. Çaresiz kaldık.
CERN'de insan parçacığı bulunduğu haberleri ortalığı yıktı. Nefesler tutuldu. İnsanımız elle tutulur bir nesne göremeyince heyecan söndü. Cern’e üye olmak adına bilim adamlarımızın verdiği emek ve çabalar göz ardı edilerek, üyelik el tersiyle itiliverdi.
İnançlarımızın içi boşaldıkça biz içimize kapandık. İmdadımıza hemen elimizin altına kadar giriveren 'Sosyal Medya' yetişiverdi. Dertlere derman, yaralara merhem, yalnız kalplere deva gibi gözüküyordu. Başımızı kuma sokar gibi içine soktuğumuz ekranda ki sosyal ağlar, başımıza dert oluverdi. Aa evet ! Bu bir paradokstu.
Kıyamet koptu, Ortadoğu birbirine girdi. Arap Baharı, tomurcuklanamadan yaprakları sararan kof bir ağaca döndü. Müslümanların(!) Saddam’ı hunharca katletmeleri retinalarımıza nakşoldu. Baharın gelmesini beklerken, o yarı yolda ardına bakmadan kaçtı, gitti.
Üçüncü dünya savaşı söylentileri hepimizi gerdi. Suriye savaşmayı sevdi.
Bu debdebe içinde erkekler, Ertuğrul Özkök'ün ligt yazılarında, kadın erkek ilişkilerini irdeleyen satırlarında kendilerini düze çıkaracak kelimelerin peşine düştüler. Kadınlar, Ayşe Arman'ın cümlelerini hayatlarına katıp, ilişkilerini düzenleme çabasına giriştiler.
Başbakan kürtajdan girip, üç çocuktan çıkınca, kıyamet koptu. Kadınlar meme ve vajinalarına, bedenlerine olanca güçleriyle sahip çıktılar. İnsanlar türbanı konuşmaz oldular.
Çamlıca Cami, Göztepe Cami derken; Taksim kazmayı yedi. Başkanlık Sistemi gündemden düşmez oldu. Böcekler Başbakanı da sardılar. Başbakanlıkta bir mahcubiyettir, aldı başını gidiyor. (!)
Hayat zor. Geçim derdi, işsizlik, hastalıklar, çocukların sorunları vs. Hepsi bir yana da, sevgisizlik, paylaşamamak, anlaşılamamak, ait olamamanın sancısı bir başka sarıyordu insanları. Ve 'anı yaşa' can simidi gibi sarıldı bedenlere. Anlamının içi kabak gibi oyula oyula yaşandı. Evlerde bedenler yorgun, zevkler ayrıştı. Kadın dizi seyreder, erkek maçların derdinde, çocuklar bilmem ne alem?
Monotonlaşmış gidiyorduk ki kıyamet koptu. Muhterem Muhteşem'e çelmeyi taktı, konu meclise kadar taşındı. İlk defa tarihimizde bir dizi, hükümet darbesini yedi. Mahidevran Sultan'ın Paris'te kanser tedavisi gören torunu Perizad Temrukoğlu ''ailem diziden nefret ediyor, dava açabiliriz'' diyerek hasta yatağından seslendi. Dizi yüzyılımıza damgasını vurdu. THY diziyi eğlence sisteminden çıkarırken, Emirates Airlines 12 bölümünü satın aldı.
Derken okullarda kıyamet önce sistem sonra kıyafet olarak koptu. Serbest dendi oysaki değildi. Herkes konuştu. Neyse ki hatırlayıp çocuklara soranlar oldu. 'Memnunuz' dediler. Sistem mi? Kaç anne-baba itiraz etti. İki elin parmakları kadar var mı? Kim hatırlıyor?
Birey olarak iddiacı, bencil, tüketmeye endeksli; her şey benim keyfime göre olmalı anlayışına sahip birer 'ben merkezci' yaratığa dönüştük.
Toplum olarak ise düşünce üretemez olduk. Sebze, meyve üretemez olduk. Fıkra üretemez olduk. Eleştiri yapmak...Haşa yassak! Özgürlüğü sınırlanmış, konuşmaya korkan, itiraz etmeyi unutmuş, dışa bağımlı bir yaşamı benimseyen ekonomik düzene; çalış, kazan, tüket üçgenine esir varlıklara dönüştük.
Kıyamet koptu. Kadın erkek meydanlara çıktık, bayramlarımızı kutladık. Biraz sulu oldu ama Yılmaz Özdil ikaz etti ‘’ Su sıkma boşuna, SÖNMEZ!’’ dedi. Duyan oldu mu? Bilmem.
Ego şişince, şiddet kol gezmeye başladı ve bir kıyamet daha koptu. Kadına saldırının başını çektiği, çocuğa, anaya, erkeğe, engelliye şiddet ve mobing sanki moda oldu. Erkek, tüm sorunlarının sebebi gördüğü kadını, kadınını; daha dün 'onsuz ölürüm' dediği avradını, ertesi gün sokak ortasında dövüyor ya da gözünü kırpmadan öldürdü, öldürüyor. Tahsil ve kültürün şiddetin önünü kesmediğini, şehirli kadınların da dayak yediklerini fark ettik. Bir de koca dayağına maruz kalan kadın vekilimiz oluverdi. Gör ki her kadın, vekil kadar şanslı olamayınca, Güldünya'lar, Gülşah'lar ve daha niceleri feryatlarına cevap alamayınca b.. yoluna öldüler.
Askerler arasında intiharlar başladı. Şaibeli olaylarla fişlenen insanlarımız, gururlarına yediremeyip hayatlarına son verdiler, veriyorlar. Bu sefer bir anne çığlığıyla ‘’ispatlayın’’ diyerek kıyamet kopardı.
Maya takvimi ‘’20 Aralık 2012’’ itibariyle büyük değişimi işaret etti. Maya Ruhani Liderleri, ruhsal uyanma ve uyumlanmanın, evrensel eğitiminin gerçekleşeceğini ifade etti. Kıyamet koptu. Bizim kazlar, galakside kıyamet koptuğunda hayatta kalmayı ya da Hz.İsa tarafından VİP olarak cennete girebilmeyi ümitle, Şirince’ye akın ettiler. Sonra p…larına baka baka geri döndüler.
Kıyamet koptu tabi. Şirince yüzyılın unutulmazları arasına adını yazdırdı. Milyon dolarlarla yapamayacağı reklamını dünyaya her kanaldan, bedava yapmış oldu. 16.yy bir Rum köyü olan Kyrkindje, Çirkince’ye ve Şirince’ye dönüşmüş; taş duvarlı evler, Şirince Şarap’ları ile tatlanmıştı. Şirince’de yaşayanlar ‘’Kıyamet Menüsü’ ile ıssızlığı son bulan kışın ‘’Kıyamet Sığınağı’’ alametini nakde dönüştürmenin peşine düştüler.
Amerika da kıyamet koptu. Connecticut eyaletine bağlı Newtown kasabasında Nancy oğlu tarafından vuruldu. Çocuk durmadı, annesinin çalıştığı okulu bastı ve 20 si çocuk 26 kişiyi öldürdü. Son mermiyi kendi sonu için kullandı. Bireysel katliamlardan kurtulamayan Amerika silah yasasını tartışmaya başladıysa da yılbaşı hediyeleri arasında hala silah yerini korumakta…
Ve ODTÜ…Kıyamet koptu. Bilim adamları çıkaran, bilim yuvasına, Başbakan 3500 polisle Göktürk 2 ‘nin fırlatılmasını izlemek üzere çıkarma yaptı. Uydu uçuşa geçerken, dışarıda da ses ve sis bombaları uçuşuyordu. Nasıl olmuşsa olmuş, ülkenin Cumhurbaşkanı bu törene çağırılmamıştı. Haberlerden izlemesi yeterli görülmüştü de kim tarafından?
Göktürk uydusuna oturup resimler göndermeye başlamasından nice sonra ODTÜ ateşi söndü. Küllendi mi? Hayır. İçin için yanıyor ve korkarım ki tüm yurdu saracak.
Tüm bu kıyametlere rağmen, umudunu Türk kadınına, anasına, kızına bağlayan Bekir Çoşkun pes etmedi. İnancını sürdürüyor.
Karga karga gak dedi, kıyamete bak dedi.
Tiz Sesi sevilmeyen, ürküten karganın, üstüne bir de olumsuz haberci kimliği yapışmıştır. Asırlar boyu sanatçılara ilham kaynağı olmuştur ve olacaktır. Sanatçılar duyarlı insanlardır. İçgüdülerini eserlerine yansıtmaktan çekinmezler. Haklı da çıkarlar.
Kargaya kulak verdik, kıyamete kapı açtık. Görüldüğü üzere, kıyametin tam da ortasında yaşarken, kıyametten korkmak ancak biz insanoğluna yaraşır.
***
NOT: Kuşları gözlemeyi severim, özellikle martı ve kargalar ilgimi çeker. Vahşi yapısını, doğa ile mücadelesini, martı-karga dalaşlarında ki gözü pekliğini, yuvadan düşen yavrusunu koruma içgüdüsüyle insanlara acımasızca saldırışını…
Severek izlediğim bir kargam var. Hem de bilmem kaç yaşında, salon camımım önündeki çam ağacında yuvası var. Her sene yuvayı yeniden onarır ve iki yavru çıkarır. Ama her sefer bir yavru büyütebilir. Nedense biri hayata tutunamaz ya da yuvadan düşüp ölür. Güçlü, keskin gözleri ve gagası ile zeki bir hayvandır.
Ve neden hayvanların bu şekilde, çeşitli sıfatlarla etiketlendiğini de hiç anlamam.
|