Evvel zamanda, günlerden bir gün kırlangıç havada süzülürken, balkonunda çiçekleri ile ilgilenen bir adam görür. O'nu izlediğinde çiçeklere dokunuşuna, yumuşacık ses tonuyla çiçekleriyle konuşmasına hayran kalır. Bir anda adama aşık olur. Her gün balkonun etrafında uçarak, sevgiyle O’nu izler.
Ve bir sabah adam yine balkonunda çiçekleriyle sohbet ederken, yaklaşır, yakınına konar.
''Ben sana aşık oldum, lütfen beni yanına al, birlikte yaşayalım.'' Diye seslenir.
Adam duyduğu sesle irkilir.
''Olmaz alamam, bu nasıl olur? Bir kuş hiç bir adama aşık olur mu?'' deyince; kırlangıç ''Lütfen, beni hayatına al. Sana dost ve arkadaş olurum, canın sıkılmaz. Sevgiyle yaşar gideriz.'' Der.
Adam:
''Olmaz, alamam. Git başımdan!'' diyerek kesin bir cevap verir.
Ertesi gün aralarında yine benzer bir konuşma geçer. Kuşun kalbi kırılır. Adamın kendisini ret etme sebebini anlayamamaktadır.
Kırlangıç, ümidini yitirmeden üçüncü kez adamın penceresi önüne konar:
''Lütfen beni içeri, yanına al. Artık soğuklar başladı, dışarda kalamam. Ben sadece sıcak havalarda yaşayabilirim. Yanına almazsan, sıcak ülkelere doğru uçmak zorunda kalırım. Al beni, omzuna konar sana şarkılar söylerim. Kış gecelerini şenlendiririm. Sen de benim gibi yalnızsın, sana yarenlik ederim.'' Diyerek yalvarır.
Adam:
''Derhal git buradan, yalnızsam ne olmuş? Ben halimden memnunum.’’ Diyerek itirazını sürdürür ve kuşu kovar.
Kırlangıç o kadar üzülür ki ardına bile bakmadan uzak, sıcak diyarlara doğru uçar, gider.
Aradan zaman geçer. Adam yalnız akşamlarında kırlangıcı düşünmeden edemez. Kendi kendine söylenmeye başlar:
''Ben ne akılsız adamım. Niye ret ettim ki bana aşık, benimle olmak isteyen kırlangıcın teklifini; niye onu yanıma almadım?'' Pişman olur, hayıflanır durur. Gözünü pencereden alamaz.
Kendini ''Nasıl olsa sıcaklar başlayınca kırlangıcım yine gelir.'' Diye avutur. Her gün penceresinin önünde oturur, bekler.
Havalar ısınır, yaz gelir. Gelip geçen kırlangıçlara sorar, gözleri yollarda bekler ama O'nun kırlangıcı gelmez. Yaz biter, kırlangıçlar tekrar sürü halinde sıcak diyarlara göç ederler.
Adam pişman ve üzgündür. İçi içini yer ve bir bilge kişiye durumu anlatır.
''Boşuna bekliyorsun, kırlangıçların ömrü 6 aydır.'' Der bilge kişi. Adam, yıkılır kalır.
Hatırladıkça bu hikaye içimi buruyor.
Bazen mutluluk kapımıza kadar gelir. Gönül kapılarımızı açacak olsak, avucumuza konacaktır. Sevgi dolu, sıcacık.
Oysa biz ne yapıyoruz? Kendimizi kapıyoruz. Sert kabuklar kuşanıyoruz. Saklanıyoruz. Burnumuzun ucundaki huzuru göremiyoruz. Gözlerimiz bakıyor, görmüyor. Kalbimiz inanmaya korkuyor. Risk alamıyoruz.
Hal bu ki hepimiz biliyoruz. Sevgi gerek yaşamak için ve sevilmek gerek!
El uzatmak, değmek gerek! Mutluluk tomurcuklarını beslemek, kuruyup dökülmesine fırsat vermeden, sevgiyle aydınlatıp, itinayla sulamak, ısıtıp hoş kokulu güller haline gelmesine izin vermek gerek.
Yanımızda elimizi uzattığımız anda yakalayabileceğimiz mutluluklar varken onları pas geçip, ulaşılmazlara ah etmekle meşgulüz. Oysa ki hayat rüzgar ile yarışırcasına hızla eserek uzaklaşmakta.
Gözün gördüğü ile ilgileniyor; ‘’ Bana ne verebilir? Aynı hisleri paylaşabilir miyiz? Benimle ne kadar ilgileniyor? Birlikte gülüp, eğlenebilir miyiz? Beraberce zorluklara karşı koyabilir, aynı anda ağlayabilir miyiz? Omuz omuza destek vererek, hayatın yükünü azaltmanın keyfini yaşayabilir miyiz? Hayatlarımıza neler katabiliriz? Sorularının cevaplarını aramıyoruz bile.
Mutluluk açık yürek bulursa, girer, oturur. Zamanı, mekanı, hesabı, gecesi gündüzü ve yaşı yoktur.
Acaba günde kaç mutluluk gelip geçiyor yanımızdan? Onlarca mı? Böyle sanıyorsanız yanılırsınız. Koca ömür boyunca bir, belki iki kere? Üç mü? Çok şanslısınız.
Yakaladınız diyelim. Eğer algılarınız, kapılarınız kapalıysa; farkına varamıyorsanız, mutluluk kuş olur uçar, gider.
Bir başka bahara mı?
Güldürmeyin beni…Kim öle kim kala?
|