Yemyeşil kır ve bahçelerde papatyalar açınca aklıma hemen papatya falı bakmak, ya da papatyalardan taç yapıp başıma takmak geliyor. Acele bir tane koparıp kulağımın arkasına iliştiriveriyorum.
Saflığın sembolü olan papatya çiçeğinden aşk falı bakmayanınız var mıdır? Sanmam.
Her bir papatyanın ‘’Seviyor, sevmiyor’’ diye sorana bir cevabı vardır. Sevgiliye soramadığımız sorunun cevabını papatya saflığında ararız. Tatmin olmaz, kendi inandığımız cevabı bulana kadar, papatyaları yolar dururuz. Oysaki hep de doğruyu söyler o beyaz narin çiçek yaprakları…
Ya papatyanın aşkı? Papatyanın aşkından haberi olanınız var mı?
Bir Pazar günü piknik yapıyoruz. Çocuklar kayık salıncaklarda sallanırken, babalar maç dinlemek için araba radyolarını ayarlamaya çalışıyorlar. Anneler tahta piknik masalarında yiyecek paketlerini açıp, tabaklara yerleştirirken, bir kısmı da mangal için köfte yoğurmaya başlamışlar bile.
Delikanlılar, su doldurmak için çeşmeye yollanmış, biz kızlar papatya toplama peşindeyiz. Ellerimizde papatya demetleri bir ağacın gölgesine yerleşiyoruz. Birimiz uzun saplılardan taç yapmaya başlarken, diğer ikimiz papatya falı bakmaya girişiyoruz.
-Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor aaaa!
- Bu olmadı bir tane daha bakmalıyım, iki yaprak birden çektim galiba.
-
Derken gülüşmelerimizi annem duyuyor.
-Kızlar eğlence başlamış.
Diyerek, laf atıyor ve yanımıza gelip oturuyor.
-Dinleyin bakalım, sevecek misiniz?
Diye soruyor ve başlıyor anlatmaya:
-Bir zamanlar kocaman bir bahçe ve bu bahçenin bakımından sorumlu yaşlı bir bahçıvan varmış. Bahçede ki yüzlerce çiçeğin arasında bir papatya bahçıvana aşık olmuş. Gelişini bekler, sadece onunla ilgilensin ister, sadece kendini sulayıp, makasını kendi dallarında gezdirsin, ona gülsün istermiş. Tüm gücüyle bahçıvan için açar, güllerden, mor menekşelerden, lalelerden, Japon güllerinden O’nu deli gibi kıskanırmış.
Bahçıvan suladıkça, aşkı öylesine güçlenmiş ve beyaz yaprakları o kadar büyümüş ki sap artık başı taşıyamaz olmuş. Boynu eğilmiş. Bahçıvanı göremez olmuş. Sesini duyuyor ve sadece ayaklarını görebiliyormuş. Yine de haline şükrediyormuş. Ama zaman geçtikçe bahçıvanın yüzünü görememek onu üzmeye başlamış. Boynunu kaldırmak istiyor ama gücü yetmiyormuş.
Ve bir sabah bahçıvan çiçekleri sularken, papatyaya yaklaşarak belini sarmış, elindeki sopayı toprağa daldırıp, iple gövdesini sopaya bağlamış. Büyük bir güçle başını kaldıran papatya ak sakallı bahçıvana minnetle gülümsemiş ve ona bir kez daha aşık olmuş.
Aradan uzun bir zaman geçmiş. Bahçıvan artık gelmiyormuş. Papatya kahrından ölmek üzereymiş. İyice başı yere eğdiği, umutsuz olduğu bir sabah, hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış. Gözünün ucuyla baktığında kendine doğru gelen ayakların başka birine ait olduğunu fark etmiş. Genç bir delikanlı elinde makasla gelip papatyanın önünde durmuş:
-Ne güzel açmışsın sen öyle! Ama artık gövden seni taşımıyor. Demiş ve bir makas darbesiyle başını gövdesinden ayırmış.
Papatya, güzel olduğunu söyleyen, gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısı adama son gücüyle bakarken, sevgili ak saçlı yaşlı bahçıvanı hatırlamış. Aksakallı bahçıvanın emekle kendisine itina ettiğini ama hiç sevdiğini söylemediğini fark etmiş.
Papatyanın güzel başı toprağa düştüğünde, sevginin emek istediğini biliyormuş artık. Gerçek sevginin söylenmeden de yaşanabileceğini, sonunda kavuşmak olmasa bile, varlığının hissedilebileceğini biliyormuş.
Hikaye bitmiş, annem susmuştu. Ama bizler devam etmesini dilercesine, hayretle annemin yüzüne bakıyorduk.
-Bitti kızlar. Ağzınızı kapatın.
Dedi annem.
-Papatyanın aşk ile büyüttüğü saf ve temiz yaprakları koparırken, biraz da düşünün istedim.
Diyerek, yerinden doğruldu.
Meşhur kahkahalarından birini atarak; kendisine gelmesini işaret eden babamın yanına doğru yürüdü.
Bugün bende biliyorum ki, aşk dünyanın en güzel tek duygusudur. Aşkı sürdürmek için sadece sevgi sözleri yetmez; aşk samimiyet ve emek ister.
|