İstanbul'da halk tarafından kutsal kabul edilerek, devamlı ziyaret edilen önemli türbelerimiz vardır. Bunların bir kısmı Bizans devrinde İslam Ordusu ile birlikte gelerek şehit olan sahabeler; bir kısmı da daha geç devirlerde yaşamış, makam sahibi kimselerdir. İstanbul şehrinin Türkleşmesi ve İslamlaşmasına gönül veren sufi ve erenler için de türbeler, kabirler yaptırılmıştır. Bazılarının tarihi şahsiyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur.
Sarıyer'de Telli Baba, Beşiktaş'ta Yahya Efendi, Üsküdar'da Aziz Mahmut Hudayi, Beykoz'da ise Hz.Yuşa 'nın boğazın dört bekçileri olduklarına Sünni Müslümanlarca inanılır. Osmanlı Devleti'nin son günlerine kadar Boğaz'da deniz seferi yapan kaptanlar, yolcularını, Üsküdar'dan geçerken Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin Kuddise Sirruh Dergâhı'na, Beşiktaş önünden geçerken Yahya Efendi Dergâhı'na, Beykoz'dan geçerken de Yuşa tarafına doğru yönelterek Fatiha 'ya davet ederlermiş.
Eyüp Sultan Türbesi Hz. Muhammed'in ordusunda sancaktar olan, İstanbul'un muhasarası sırasında şehit düşen Hz. Eyyub el-Ensari'nin mezarıdır. Akşemsettin Hoca tarafından tesadüfen bulunan, mezar yerine, 1459 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Eyüp Sultan Cami ile birlikte, türbe de yaptırılmıştır. İstanbul'da yaptırılan ilk eser olan Eyüp Sultan, Cuma, kandil ve bayram günleri ziyaretçilerle dolup taşar. Türbenin suyunun şifasına da inanılır.
Hz. Hâlid Bin zeyd Ebû Eyyûb el-Ensâri Medineli’dir. Hazraç kabilesinin önemli kollarından Neccar-Zâde Hânedanı’nın reisidir. Babasının adı Zeyd, annesinin adı Hind’dir. Künyesi Eba Eyyüb’dür. Hicretten iki yıl önce Mekke’ye gelerek Hz.Muhammed ile görüşmüş ve İslâm’ı kabul etmiştir. Hicretin 48. veya49. (M. 668-69) senelerinde İslam Ordusu kumandanı Süfyan bin Avf’ın idaresindeki ordu ile İstanbul’a gelmiştir. Vefatında türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Türbenin tahta kapıları, Sultan I. Abdülhamid tarafından tunç kapılarla değiştirilip, koydurup pencereleri de yenilenmiştir.
Fatih Sultan Mehmet Türbesi Fatih Camii külliyesi içindedir. 1482 yılında Sultan II.Beyazid tarafından inşa ettirilmiştir. İç kısmı altın ve gümüş işlemelerle bezelidir. 1776 yılında şimdiki şekliyle yeniden inşa edilmiştir Gebze yakınlarında ki, Tekfur Çayırı'nda 51 yaşında vefat eden Fatih Sultan Mehmet, yattığı türbesinde ziyaretçi akınına uğramaktadır. Aynı hazirede ayrı bir türbede de zevcesi Gülbahar Hatun yatmaktadır.
Sünbül Efendi Türbesi Fatih semtinde bulunan Sümbül Efendi Camii ve Tekkesi, Koca Mustafa Paşa Külliyesi'nin çekirdeğini oluşturur. Başta Pir Yusuf Sümbül Sinanüddin Efendi olmak üzere, diğer sümbüliye büyüklerinin türbeleri camide bulunmaktadır.
Merzifon’da 1452 yılında yılında doğan Sünbül Sinân İstanbul velilerindendir. Sünbüliyye Sufi tarikatının kurucusudur. Merzifon’da 1452 yılında doğan Sünbül Sinân, İstanbul’a geldi. Fatih Sultan Mehmed ve Sultan II. Bayezid devrinin meşhur alim ve velilerinden olan Efdalzâde Hamîdüddîn Efendiden ders aldı. Sünbül Sinân, Mısır’da insanlara üç yıl kadar dinin emir ve yasaklarını öğretti. Başta hükümdar olmak üzere, bütün Mısırlılara kendini sevdirdi. İstanbu’la döndü. Kocamustafapaşa’da ki dergâhta bulunan talebeler de, yeni hocaları Sünbül Sinân hazretlerine büyük bir hürmetle bağlandılar. Binlerce talebe yetiştirdi. Talebelerinin içinde Merkez Efendiyi yetiştirip, olgunlaştırdı. Ona kızını vererek, kendisine damat etti. ŞeyhülislamAhmed ibni Kemâlpaşa, Sünbül Sinân’a büyük bir hürmet gösterir, padişahlar onun feyz ve bereketlerinden istifade etmeye çalışırlardı
Sünbül Sinân hazretleri, 1529 yılında 80 yaşında vefat etti. Sünbülî tarîkatının usul ve erkânı hakkında yazdığı Risâlet-ül-Etvâr adlı eserinden başka, Risâle-i Tahkîkiyye adlı bir eseri daha vardır.
Merkez Efendi Türbesi Zeytinburnu, Mevlanakapı'dadır. Müslihittin Ebu Taki Musa bin Mustafa bin Kılıç, Buldan'lı ( Denizli 1460-3 - ö. 1552, İstanbul), Türk sufi, hekim ve Halveti Tarikatı'nın Sünbüliye kolu şeyhlerindendi. Denizli'de ilk öğrenimini, babası Hafız Mustafa Efendinin yanında, 1478'de gittiği Bursa'da ve İstanbul'da, Veliyüddin Medresesi'nde sürdürdü. Dönemin önde gelen bilginlerinden İslam bilimleri ve tıp dersleri aldı. Karaman'a gitti. 1493'te İstanbul'a dönerek Halvetiye Tarikatı şeyhlerinden, Sünbüliye kolunun kurucusu Sünbül Sinan'a bağlandı. Tasavvuf eğitimini tamamlayarak Aksaray Kovacı Dede Dergahı'na şeyh olarak atandı. Bir süre sonra da şeyhi tarafından Denizli'ye gönderildi.
I. Süleyman'ın (Kanuni) annesi Ayşe Hafsa Sultan'ın Manisa'da yaptırdığı imaretin yanındaki zaviyeye şeyh oldu. Burada, yalnız şeyhliği, eğitim-öğretim etkinlikleri ile değil, aynı zamanda hekimliği ile de ünlendi. "Mesir" denilen macunu ilk o yaptı ve Nevruz günü halka macun dağıtma geleneğini başlattı.
Sünbül Sinan Efendi'nin ölümü üzerine İstanbul'a dönerek onun yerine şeyh oldu. Bir gün, günümüzde kendi adını taşıyan Silivrikapı ve Topkapı arasındaki semtte gezinirken, söylendiğine göre, yer altından bir su sesi duydu. Toprağı kazdırdığında karşısında içi su dolu bir havuz çıktı. Burada bir cami ile bir hamam yaptırdı. Damat Çelebi Lütfi Paşa'nın eşi Şah Sultan bu camiye vakıflar tahsis ettiği gibi Merkez Efendi adına başka camilerde yaptırdı.
Merkez Efendi’nin vefatından sonra kabrinin üzerine, yine Şah Sultan tarafından yaptırıldığı sanılan türbenin ilk yapıldığı zamanki halinde kalamadığı, II. Mahmut döneminde duvar hizaları aynen korunarak yeniden yapıldığı biliniyor. Merkez Efendi'nin türbesi ve yanındaki kuyu eskiden olduğu gibi günümüzde de dilekte bulunulmak için halkın ziyaret ettiği bir yerdir. İyi bir Kuran yorumcusu olduğu söylenilen Merkez Efendi'nin yazılı bir yapıtına rastlanmamıştır.
Yahya Efendi Türbesi Beşiktaş da Yıldız Parkı yanında, Yahya Efendi Çıkmazı'ndadır. Osmanlı âlim ve evliyâsından, Beşiktâşî Müderris Yahyâ Efendi 1494 yılında Trabzon'da, babası Şamlı Ömer Efendi'nin kâdılık yaptığı esnada dünyâya geldi. Kânûnî Sultan Süleymân ile Trabzon'da aynı yıl aynı hafta doğdular. Kânûnî ile süt kardeşi oldular. Kânûnî, Yahyâ Efendiye “Ağabey” derdi.
Küçüklüğünden îtibâren ilim öğrenmeye başladı ve bilgisini arttırmak için hilâfet merkezi olan İstanbul geldi. Zenbilli Ali Cemâlî Efendiden ders aldı. Kânûnî Sultan Süleymân, sultan olunca, ona çok yakın alâka gösterdi ve yardım etti. Müderris oldu. Yahyâ Efendi, çeşitli medreselerde vazife yaptıktan sonra, 1553 senesinde, Sahn-ı semân medreselerinden birine müderris tayin edildikten iki sene sonra da emekli oldu. İnzivaya çekildi.
Beşiktaş’ta satın aldığı deniz kenarında bulunan bahçesinde, bir ev ve mescit yaptırdı. Sonraları evin etrafında; medreseler, hamam ve orada kalanların barınacakları odalar ve yol üzerinde herkesin gelip geçtiği bir yerde de, çok güzel bir çeşme yaptırdı. İnşaat işlerini bizzat kendisi yapardı.Yahyâ Beşiktâşî hazretlerinin şairliği de kuvvetliydi. Müderris mahlasıyla tasavvufî şiirleri ve müretteb Dîvânı vardır. Beşiktaşlı müderris Yahyâ Efendi, ömrünün sonuna kadar Beşiktaş’taki yerinde, ibadet ve mücahede ile vakit geçirdi. 1570 te burada vefat etti. Yahya Efendinin iki oğlu olup, her ikisi de babaları gibi ilim ve irfan âşığı kimselerdi. Babalarının yolundan gitmişler, 1873 yılında Pertevniyal Sultan tarafından tamir ettirilen, aynı türbede yatmaktadırlar.
Şeyh Mustafa Efendi Türbesi Üsküdar Meydanından Bağlarbaşı'na çıkan Selmanipak Caddesindedir. M.1645'de inşa edilmiştir. Caddeye bakan cephesinde bir çeşme ve yanında cami bahçesine girişte kemerli bir kapısı vardır. Türbedeki kitabeye göre; Mustafa Devati 17.yy'da yaşamış, Celvetî tarikatına mensup bir Şeyhtir. Tasavvufa yönelip, Aziz Mahmud Hüdayi'nin yerine geçen halifesi zamanın Gavs-ül Âzamı Mukat Ahmet Efendiye katılmış ve kısa sürede tasavvuf yolunda ilerlemiştir. Üsküdar'daki Valide Sultan Dar-ül Hadisine müderrislik yapmıştır. 1656 yılında yılında medrese hayatını terk edip Şeyh Camii medresesinde irşada yönelmiş, bundan sonra Şeyh Camii hem cami hem de tekkenin tevhidhanesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Şeyh Devati tarafından aşevi ilave edilmiştir. Şeyh Devati Mustafa M.1659 yılında vefat etmiş ve bahçedeki türbeye defnedilmiştir. Yerini oğlu Şeyh Mehmet Talip Aziz almıştır. Devati Tekkesi onun zamanında en parlak dönemini yaşamıştır. O da bu türbede defnedilmiştir (M.1679). Türbe içinde sekiz sanduka vardır.
Türbe tamiratı Yurdanur Akova tarafından 1991 yılında yaptırılmış, Şeyh Mustafa Devati adına da 1993 yılında türbenin bakım, onarım ve ihtiyaçlarının karşılanması ve aynı zamanda yoksullara yardım için bir hayır vakfı kurulmuştur. Şeyh Mustafa Devati Vakfı onarım ve bakımı bitirilmiş olan Devati türbesini 2003 yılında Kültür Bakanlığı İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğüne teslim etmiştir.
Aziz Mahmud Hüdai Efendi Türbesi Mahmûd Hüdâyî, Fadlullah bin Mahmûd'un oğludur. Çocukluğu Sivrihisar'da geçti. İstanbul Küçük Ayasofya Medresesi'nde tahsİline devam etti. Çok zeki olan Mahmûd Hüdâyî genç yaşta, tefsîr, hadîs, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde büyük bir âlim oldu. Hocası Nâzırzâde onu yanına yardımcı olarak aldı. Mahmûd Hüdâyî, bir taraftan hocası Ramazan Efendiye yardım ederken, diğer yandan da Halvetî yolunun şeyhlerinden Muslihuddîn Efendinin sohbetlerine katılarak tasavvuf yolunda ilerlemeye çalıştı. Bu arada hocası Nâzırzâde'nin, Edirne'de bulunan Sultan Selim Medresesine tâyini çıktı. Mahmûd Hüdâyî, yirmi sekiz yaşında iken hocası ile Edirne'ye gitti. Ramazan Efendi, kısa bir süre Edirne'de müderrislik yaptıktan sonra, Şam ve Mısır'a kâdı tâyin edildi. Talebesi Mahmûd Hüdâyî'yi oraya da götürdü. Mahmûd Hüdâyî Mısır'da Halvetî şeyhlerinden Kerîmüddîn'den ders alarak, tasavvuf yolunda yetişmeye çalıştı.Mahmûd Hüdâyî otuz üç yaşında iken, hocası Nâzırzâde ile Bursa'ya geldi. Üç sene Ferhâdiye Medresesinde müderrislik yaptı. Üç sene sonra, Bursa kâdısı olarak vazîfeye başlıyan Mahmûd Hüdâyî, kadılığı esnasında gelen bir dava sonucu, kadılığı bıraktı.
Üftade'ye talebe olmak arzusuyla yanına gidince şu cevabı aldı: "Yazıklar olsun ey Kâdı Efendi! Herhâlde yanlış yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır ve biz bu kapının kuluyuz. Hâlbuki sen varlık sâhibisin. Bu halde ikimizin bir araya gelmesi mümkün mü? Senin ilmin, malın, mülkün, şânın ve mâmûr bir dünyân var. Bizim gibi kulların Allahü teâlâdan başka kimsesi yoktur. Atın bile gelmek istemeyip ayakları kayalara saplanmadı mı?" buyurdu. Bu sözler ve yaptığı hatâ Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye çok tesir etti. Gözlerinden iki sıra yaş döküldüğü hâlde; "Efendim! Her şeyimi mübârek kapınızın eşiğinde terk eyledim. Dileğim talebeniz olabilmek ve hizmetinizi görmekle şereflenmektir. Her ne emrederseniz yapmaya hazırım." dedi. Bu samimi ifade üzerine Üftâde tâne tâne buyurdu ki: "Ey Bursa kadısı! Kadılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın. Her gün de dergâha üç ciğer getireceksin!" Her şeyi bırakacağına, her emri yerine getireceğine söz veren Mahmûd Hüdâyî derhal kadılığı bırakıp ciğer satmaya başladı. Sırtında sırmalı kaftanı olduğu halde sokaklarda ciğer sattı.
Hüdâyî her sabah erkenden kalkarak hocasının abdest suyunu ısıtıp hazır ederdi. O sabah ise uykuya dalmış ve ancak son vakitte uyanabilmişti. Derhâl ibriği aldı. Fakat ısıtmaya vakit yoktu. Çünkü hocasının ayak seslerini işitiyordu. İbriği göğsüne bastırmış bir halde kalakaldı. Üftâde eğilerek; "Haydi evlâdım suyu dök." dedi. Hüdâyî ise ibriği göğsüne bastırmış hâlde duruyor ve buz gibi olan suyu hocasının eline dökmeye kıyamıyordu. Üftâde tekrar; "Haydi evlâdım! Ne duruyorsun? Geç kalacağız." deyince, çekine çekine ve korkarak suyu dökmeye başladı. Ancak hocasının sözü onu bir kat daha şaşırttı. "Evlâdım Mahmûd bu su ne kadar ısınmış böyle. Bunu normal ateş ile ısıtmayıp, gönül ateşi ile ısıtmışsın. Bu hâl artık senin hizmetinin tamam olduğunu gösteriyor." Böylece Muhammed Üftâde, Hüdâyî'ye icâzet, diploma verdi ve onu çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar'a, İslamiyeti yaymak, emir ve yasaklarını bildirmek üzere gönderdi. Azîz Mahmûd Hüdâyî, âilesiyle birlikte Sivrihisar'a giderek hizmete başladı. Ancak burada sadece altı ay kadar kalabildi. Hocasının ayrılığına dayanamayarak tekrar Bursa'ya geldi. Bursa'ya geldiği günlerde, yaşı doksandan fazla olan hocasının hizmetini görmeye başladı. Bu hizmetlerinden çok memnun olan Muhammed Üftâde; "Oğlum! Pâdişâhlar ardınca yürüsün." diye dua etti. O sene Üftâde vefat etti.
Küçük Ayasofya Camii tekkesinde hocalık yapmaya başladı. Bu arada Fatih Camiinde, talebelere, tefsîr, hadîs ve fıkıh dersleri verdi. İlim ve devlet adamlarına kadar uzanan geniş bir muhit edindi. Bu arada, Üsküdar'da kendi dergâhının bulunduğu yeri satın alarak, inşa ettirdi. Kısa zamanda namı her tarafta duyuldu. Akın akın talebeler dergâhına koştular. Hasta kalblerine şifa olan sohbetlerine, feyz ve bereketlerine kavuştular. Dergâh, en fakirinden en zenginine ve en üst kademedeki devlet ricâline kadar her tabakadan insanlar ile dolup taşıyordu. Devrin padişahları da ona hürmette kusur etmiyorlardı. III. Murad Han, III. Mehmed Han, I. Ahmed Han, II. Osman Han ve IV. Murad Han'a nasihatlarda bulundu. Dördüncü Murad Han'a, saltanat kılıcını kuşattı. 1595 yılında İranlılarla yapılan Tebrîz seferine Ferhat Paşa ile berâber katıldı. Zaman zaman padişahların davetlisi olarak saraya gidip, onlarla sohbetlerde bulundu. Sevenlerinin isteği üzerine Üsküdar İskelesindeki Mihrimah Sultan Câmii ile Sultanahmed Câmiinde belli günlerde vâz vererek, insanlara feyz ve mârifet sundu. Sadrâzam Halîl Paşa, Dilâver Paşa, Şeyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendi, Şeyhülislâm Hocazâde Esad Efendi, Okçuzâde Mehmed Efendi, İbrâhim Efendi, NevizâdeAtâyî Efendi talebeleriydi. O zamanda, pek çok alim yetiştiren Hüdâyî Dergâhı, İstanbul'un en mühim bir kültür merkezi hâline geldi.
Azîz Mahmûd Hüdâyî, 1628 senesinde vefat etti. Vefatından önce talebeleriyle ve tanıdıklarıyla helâlleşti, vasiyetini yaptı. Son nefeste de Kelime-i şehâdet getirerek rûhunu teslim etti. Türbesi Üsküdar'daki dergâhındadır. Âşıkları, onu ziyaret etmekte, feyz ve bereketlerinden istifade etmektedirler. Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı bugün dergahda hizmet vermektedir.
Azîz Mahmûd Hüdâyî, insanların Ehl-i sünnet itikadında bulunmaları ve ibadetlerini doğru yapmaları için pek çok eser yazmıştır. Nefâis-ül-Mecâlis,Tecelliyât, Dîvân-ı İlâhiyât, Habbet-ül-Muhabbe, Necât-ül-Garîk bu eserlerden bazılarıdır.
Tezveren Dede Türbesi, İstanbul’da bu isimle gömülü olan birkaç eren olduğunu görmekteyiz. Kesin bilgileri sadece mezar taşlarından veya kitabelerden alabiliyoruz. Tezveren Dedeler hakkında doğruluğu net olmayan hikayeler var. Dolapdereli Tezveren Dede, Paşabahçeli Tezveren Dede ( Kabri paşabahçe semtinde olup kendisinin Yu'şa tepesinde yatan, Hz. Yu'şa nın silah arkadaşı olduğu rivayet olunuyor.), Langalı Tezveren Dede (Mahmut Ferhat Paşa şeyhinin halifesi olarak biliniyor. Kabri, Kumkapı semtinde Türkeli caddesi orta yerinde bulunuyor.) Çemberlitaşlı Tezveren Dede'nin türbesi, Sultan II. Mahmut Türbesi'nin yanında, Basın müzesi içindedir. Şeyh Ali Efendi'nin, Fatih Sultan Mehmet Han ordusuyla İstanbul'a gelmiş, sözüne kıymet verilen bir eren olduğu görülüyor. Atik Ali Paşa Camii'nde vaaz ve sohbetlerini dinleyenlerin yüzünün nur kaplandığına dair bir rivayet var. Zengin olmak isteyenlerin, para bıraktığı mezarının taşında, asıl adının Mahmud olduğu, doğumunun bilinmediği, ölüm tarihinin ise 1568 olduğu bilgisi yer alıyor.
Harika ÖREN
Derleme.
|