Uzun bir çalışma döneminin ardından nihayet tatile çıkma zamanı geldi. Samimi arkadaşım Yonca ile kız kıza tembel sıcak günlerin tadını çıkarma hayalindeyim. Biz liseden beri yollarımızı bir tutup, hayatımızın heyecanlarını paylaşan iki dostuz.
Yonca işveren ben ise bir şirkette maaşlı çalışıyorum. İple çektiğim son Cuma günü mesai saati sonrası, havalimanında buluştuk, uçağa bindik. Günün geceye karıştığı saatleri ve üstünden geçtiğim şehirlerin ışıklarını seyrederim umuduyla, pencere kenarına yerleştim.
Yonca, '' Biliyor musun? İşimi kurduğumdan beri tatile çıkamadım. Bugün çalışanlarımı odama topladım ve bir konuşma yaptım. Bilirsin işte, işlerin nasıl yapılması gereğini hatırlatmak istedim. Hoş şimdiye kadar bir sorunla karşılaşmadık ama ne olur ne olmaz. Acil durumlarda kararsız kalırlarsa muhakkak beni aramalarını istedim. İçim pek rahat değil. Bir şeyler ters giderse ben olmadan altından kalkabilirler mi, diye tereddütteyim.'' dedi.
'' Nasıl yani?'' diye sordum. ''Sen olmadan işler yürümez mi?''
''Yürür tabi de, neyse... Belki bir şeyler ters gidebilir ama yine de onları biraz yalnız bırakırsam, bensiz neler yapabileceklerini test edebilirim, değil mi?'' diyerek tereddütle gözlerimin içine baktı.
''Yonca tatlım, iş bitti, yapı paydos! '' diyerek gülümsedim. Eline bir mecmua tutuşturuverdim.
Sorunsuz bir yolculuktan sonra, Yonca caymasın diye bir sene öncesinden yerimizi ayırttığımız tatil köyüne vardık. Hava lokum gibiydi. Hazırlattığımız birer sandviçi yedik ve odamıza yerleştik.
Derin bir uykunun ardından, güneşin ısıttığı güne, bir sahil kasabasında, dalgaların ve balıkçı mavnalarının motor sesiyle uyanmaktan daha güzel ne olabilir ki? Hafif bir kahvaltı edip kıyıdaki hasır şemsiyelerden birinin altına yerleştik. Güneşlendik ve yüzdük. Bolca dedikodu yaptık. Öğleden sonra dinlenmek üzere odamıza çıktığımızda Yonca yatağına uzanırken, ‘’Biliyor musun? Sahilde ki şemsiyeler bakımsız ve bazılarının rengi solmuş. Resepsiyona bildireyim de değiştirsinler. Bu güzel yerin havasını bozuyor’’ dedi.
Omzumu silktim. ‘’Neden olmasın?’’ diye cevapladım. Yonca kitabını okumaya başladı. Yatağıma uzanıp, balkondan gözüken masmavi denize bakarken, kulaklarımda martı ve dalga sesleri, uyumuşum.
Akşam güzel bir açık büfe tüm estetik sunumu ve leziz tatlarıyla önümüzde uzanmaktaydı. Sıcak yemeklerimizi almak için biraz sıra beklemek zorunda kaldık.
Yonca ‘’Aa bu işe el koymak gerek, ben olsaydım farklı bir düzenleme yapardım. İki eleman daha fazla çalıştırır, sıra sorununu ortadan kaldırırdım. Bak, masalarda da oturma düzeni yok. Herkes istediği yere oturunca, guruplar ayakta kalıyor’’ diye söylenmeye başladı. Ben o sırada çam ağaçları arasında kozalaklarla oyun oynayan bir sincap keşfetmiş, gözden kaybetmemeye çalışıyordum.
Ertesi sabah erkenden kalkıp sahilde, yürüyüş yaptım. Yüzümü ılık rüzgara verdim. Ayaklarım dalgalarla oynaşırken, şükrettim. Kahvaltıya oturduğumda Yonca suratı asık bir şekilde gelip yanıma yerleşti.
‘’Off herkes çalışırken ben tatil yapıyorum. İşimin başında olmalıydım. İçim rahatsız. Demin aradım. Her şey yolunda dediler ama..’’ derken, ‘’Dur Allah aşkına, durrr! Tatildeyiz ama sen şehirde kaldın. Artık yanıma gel, şu güzelliği bak! Çabuk kahvaltını et, yüzeceğiz.’’ diyerek lafı ağzına tıkıverdim.
Öğleden sonra şezlonglarımızda yarı uyur yarı uyanık yatarken okuduğu kitabın adı dikkatimi çekti. ‘’Zamanı iyi kullan, Verimi arttır’’. ‘’Pes!’’ dedim ama, içimden.
Kanoya bindik. Kendimizi kaptırıp öylesine uzaklaşmışız ki sahilimizden, dönüşte pedal çevirmekten ayaklarımız ağardı. Ayrıca çevirme tavuk gibi ‘’Güneş Izgara ‘’ olduk. Soğuk birer dondurma yedik. Ok atma yarışına katıldık. Zorla, oynamaya razı ettiğim Gonca birinci oldu. Bir müddet ortadan kaybolup geri döndüğünde keyfi yerindeydi. Sanırım işyerini aramış ve aldığı haberlerden memnun olmuştu.
Akşam yemeği sonrası müzik güzeldi. Keyifle bizde katıldık. Bu arada yaşıtımız bir gurupla da arkadaş olduk. Ayağında yırtık bir Jean ve üzerinde sadece bikini olan bir kızla uzunca zamandır sohbet ediyordu. Hemcinsiyle konuşurken söylediği bir cümle kulağıma çalındı.
‘’Şurada geçirdiğim nafile zamanlarda onlarca raporu okuyup, işlerimi hafifletmiş olurdum. Gidince çok sıkışacağım’’ diyordu.
Kız, dudağını bükerek sırıttı, ‘’İşkoliksin sen’’ dedi. ‘’Bak şekerim bu huyundan vaz geçmelisin, son erkek arkadaşımı bu yüzden terk ettim. Siz gibilere tahammülüm yok benim.’’ Dönerek yanındaki arkadaşıyla sohbete başladı.
Yonca’nın hafifçe titrediğini hissettim. İki ay önce, 15 aydır flört ettiği Burak tarafından bu mazeret ileri sürülerek terk edilmişti. O an itibariyle içine kapandı ve anlamsız bakışlarla etrafı seyretti. Ben pistte kavalyemle dans ederken, inanılmayacak kadar eğleniyordum. Tunç’la aynı şehirde ve yakın semtlerde oturduğumuzu anlayınca sık görüşmeye karar verdik.
Sabah akşamdan kalma keyifle uyanıp, yatağımda gerinirken, Yonca banyoda telefonla konuşuyordu. Kulak kabarttım.
Talimatlar veriyordu, ‘’Benim……bilmem gerekir, benim ……bitirmem lazım, ben gelince bakarız, o toplantı bensiz…..gitme!’’ BEN. BEN.
Bikinimi giyindim ve yüzmeye indim. Türkuaz sulara kendimi attım. Daldım. Minik balık sürülerini takip ettim. Kırmızı bir denizyıldızıyla oynaştım. Bir palyaço balığını kovaladım. Sonrasında kumda basketbol oynayanlara karıştım.
Şezlonguma uzandığımda Yonca hala ortada yoktu. İki saat sonra iki karış suratla gelip yanıma oturdu.
‘’İşyeriyle konuştum. Bensiz halledemeyecekleri bir konu var. Dönsem mi acaba?’’ dedi. Öyle bir bakış fırlattım ki, gözlerimden kelimeler ok gibi çıktı ve onu buldu. Kitabına gömüldü, kaldı.
Biz, gurupta ki arkadaşlarla samimiyeti ilerlettik. Çalışanlar, iş sahibi olanlar, ortak sosyal konulardan, coğrafyadan, sanattan bahsettik. Güldük, eğlendik, fıkralar anlattık. Arada gözümün ucuyla Yoncayı takip ediyordum. Kendini dışladı, tavus kuşuna dönüştü. Başı hep kitabının içindeydi ve biliyorum, iş düşünüyordu. Kendisiyle ilgilenmek isteyenlere dünyasını kapamıştı.
Onu akşam yemeğine hazırlanmak için odamıza giderken, resepsiyonda hararetli bir konuşma yaparken gördüm. Şemsiyeler ve yemek sırası sonra yüksek çalan müzik, yanlış yere konmuş çöp sepetleri… Ahh Yonca öldürürsün adamı sen arkadaşım.
Biz arkadaşlarla yemek öncesi aperatif alırken, o ilerde çam ağaçlarının arasında yine telefon görüşmesi yapıyordu. Benim onu izlediğimi gören bikini üstlü kız,
‘’İşkolik arkadaşın yine iş başında bak!’’ diyerek eğlendi.
Sinirlenmemeye çalışarak, ‘’İş sahibi olmak kolay olmasa gerek’’ diye cevapladım. Tunç’da,’’Hele ki bu zamanda, haklı kız diyerek’’ bana destek çıkınca içim rahatladı. Tunç’la hülyalı bakışlarla birbirimize gülümserken Gonca yanı başımızda bitti ve heyecanla,
‘’Bak, ben yokum diye iki eleman işten erken ayrılmış, fırsatçıları yakaladım’’
‘’Ne olmuş?’’ dedim. ‘’Sevinme bu kadar, bırak azıcık kaytarsınlar, hoşgörü Gonca hoşgörü, anlamını biliyor musun?’’ diye sordum.
Onlar bu konu üzerine konuşmaya başlamadan ben kendimi mavi suların koynuna bıraktım, kovalayacak bir balık aramaya başladım.
Bir hafta, ne olacak? Sayılı gün çabuk bitti. Güzele alışmak öylesine kolay oluyor ki. Arkadaşlarımızla vedalaştık. Tekrar görüşmek üzere söz aldık. Tunç’la ayrılmamız biraz zor oldu. Onların tatili bizimkinden uzundu.
Pazartesi günü sabah iki telefon aldım. Biri Tunç idi. Beni özlediğini ve çalışmalarımda başarılar dilediğini söyledi. Diğer telefonda Yonca vardı.
‘’Ohhh dedi, tatilin en güzel tarafı ne biliyor musun? Tahmin bile edemezsin. İşe dönmek tatlım, işe dönmek. İşimin başındayım. Masam rapor dolu, iki toplantım var…..’’
Dinledim, dinledim ve dedim ki ‘’Seninle tatil yapmanın tadına doyum olmuyor’’
Ahh aklıma mukayyet ol Allahım! Yanlış oldu değil mi? Evet, bunu Tunç’a söylemeliydim.
Ve Yoncaya, ‘’Hayatı bir kere yaşarken çalışmalı ve üretmeliyiz, tamam. Başka türlüsü olmaz zaten. Peki, çalışırken tüm güzelliklere gözümüzü kapamak neden? Dostluklar, sevgiler, tabiatın sunduğu olağanüstü çeşitliliğin içinde olmak, hep mükemmellik mi gerektirir? Kaygılar ve hırsların peşinden koşup, mutluluk tomurcuklarının kokusuna kapıları kapatmak mı gerekir? ‘’ diye sordum.
‘’Tamam, tamam vaaz veresin tuttu, konuşuruz sonra’’ diyerek kapadı.
Adıma gelen çiçeği masama bıraktıklarında, kırmızı gonca güller gözümü aldı. Üzerine iliştirilmiş minik kartı aldım ve yavaşça açtım. El yazısıyla, sadece ‘’Senin için. TUNÇ.’’ Yazıyordu. Çiçekler mi, Tunç mu benim içindi? Kalbime huzur dolu bir sıcaklık ve yüzüme aydınlık bir gülümseme yayıldı.
Başkalarının yanlışlarından öğrenmeliyiz. Hepsini kendimiz yapacak kadar zamanımız var mı? Sevgi, hayatın insanlara ikramlarından en değerlisi olmalı diye düşünüyorum. İşlerimi yoluna koyduktan sonra bir ara Tunç’a teşekkür etmeliyim.
İşkolik Yonca, hayatkolik ben. Sevdim bunu.
|