21. inci yüzyıl, insanoğlunun dünyanın her yerinde gözü olduğu, ilginç bir yüzyıl özelliğinde...
Dünyada ki olaylar anında evlerimizin, yüreklerimizin ortasına düşüveriyor. Ev, iş yeri, sokak hiç farketmiyor. Sanal medya, akıllı telefonlarla birleşince; hemen her an, dünyada ki her şeyden haberimiz oluyor ve istediğimiz an bir tık ile uzaklara ulaşabiliyoruz.
Musul Konsolosluğumuzdan esir alınan, 49 insanımız IŞİD elinde tutsak, haber yok! Unutuldular mı?
Soma felaketinin yaraları sarıldı mı? İşsiz kalan insanların durumu ne olacak? Babasız kalan çocukların maddi ve manevi eksikleri gideriliyor mu?
Filistinde siviller ve günahsız çocuklar katlediliyor. Ölen çocuk olunca acı bir daha keskin oluyor. Coğrafya farkeder mi? Yüreğimiz dağlanıyor.
Yurdumuzda her gün kadınlar en yakınları, kocaları tarafından planlı olarak, katlediliyorlar. Hükümet, 3-5 doğur diye sırtını sıvazladığı, kadınlarını korumaktan bu kadar aciz mi?
Müslümanız diyerek, Müslümanları katledenler ne kadar Müslüman, acaba onların kitabı farklı mı inmiş, bilen var mı?
Türkiye Cumhuriyeti Milleti, Anadolumuzun tarihsel yapısı dolayısıyla, yüzyıllardır bağrında insan mozaiği ile renklenmiş bir yapı taşımışken; Türk, Kürt, Yahudi, Alevi- din, ırk, dil ayırımlarını yapmanın hangi amaca hizmet ettiğinin farkında olmayan aymazlardan mıyız?
İnsan olarak, mükemmel yaratılara imza atarken, bilim, teknoloji muhteşem bir hızla ilerleyip bize en güzel hizmetleri sunarken; alışkanlıklarımız değişti. Bireysel yaşam, yüksek ego bizi birbirimizden uzaklaştırır mı oldu?
Gerçek Müslümanlar deyimi hayatımıza, her akşam belirli televizyon kanallarından; dini siyasete alet ederek, dini sömürerek, gözümüzün içine baka baka; kin ve öfke ile üzerine yapışan yaftanın ağırlığına aldırmadan, söyledikleri yalanların arkasına saklanarak, yüzleri kızarmadan konuşan, vicdansız, insan müsveddeleri yüzünden mi girdi?
Bütün bu laf kirliliği, laf kabalığı, durmadan tekrarlanan aslı olmayan, milletimizi bölmeye, ayrıştırmaya başlayan; hukuk düzenimizi alt üst etmekten başka bir işe yaramayan, kamyonla taşınan bilmem kaç sayfalık dava dosyaları ve insanların haksız yere suçlanarak yaşamlarının çalınarak hapis yatmaları mı, toplum olarak inanaç ve dayanışma duygumuzu yitirmemize sebep oluyor? Şansımıza lanet ediyor, kaderimize küsüyor muyuz?
Oysa ki bugün, kader ve şansa değil; inanç, umut, dayanışma gücü, doğru karar verme yetisine en fazla ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz. Taş çorbasını bilir misiniz? Babam (Hikmet Öner) ile ikinci kitabı ''Atatürk'ten Yankılar'' kitabının baskıdan önceki son halini gözden geçirirken, bir sorum üzerine bana bu hikayeyi anlatmıştı.
''Savaş sırasında birliğinden ayrı düşen bir asker kaybolur. Yorgun ve açtır. Ulaştığı köyde karşısına çıkan ilk evin kapısını çalarak, yiyecek ister. Bende yok ki sana vereyim, cevabını alır. Bir kaç kapı daha çalar ama yiyecek veren olmaz. Son çaldığı kapıya çıkan çocuktan boş bir kazan ister. Çocuk da kazan ile beraber askerin peşine takılır. Kazan tektir. Asker işini bitirince, çocuk alıp eve dönecektir. Asker ulaştıkları dere kenarında, kazana su doldurarak, yaktığı ateşin üstüne oturtur. İçine de 7 taş atar. Şaşkınlıkla kazana bakan çocuktan biraz tuz getirmesini rica eder. Çocuk ''Asker amca, taş çorbası yapıyor, tuz lazım, anne!'' diye bağırarak eve giderken, konu komşu duyar. Köy halkı meraklanır, büyükler askerin yanına varıp, görürler. Utanırlar, akılları başlarına geliverir. Hemen herkes evinden bir avuç erzak getirir ve kazana bırakırlar. Koca kazanda karışık bir çorba pişer. Asker, merakla seyreden köylüleri de davet eder, ''Birlikte yiyelim'' der. Kaşığını alan gelir, hep beraber çala kaşık yaparlar.'' Kıssadan hisse...
Cumhurbaşkanı seçeceğimiz gün yaklaşıyor. Toplum olarak sıkıntılı ve umutsuzluk duygusuna kapılmış, inancımızı yitirmiş günlerden geçiyoruz. Kişisel çıkarlarımızın, toplumsal çıkarlarımızdan önde olmaması, bana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesinden arındığımız, günü değil; çocuk ve torunlarımıza bırakacağımız Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini düşünerek, üst yapısına bir taş koymamız gereken zamandayız. Bizler ardımızda kalacakların mutluluğu için elimizde ki taşı tam da gediğine koymalıyız. Sevgiyle kucaklanan bir toplum olmanın özlemini çekmeye devam etmek yerine; bize sevgi, olgunluk ve tecrübesiyle yaşamı alenen tertemiz bir platforma oturmuş kişiliğe oyumuzu vermeliyiz.
Üç adaydan biri olan Ekmeleddin İhsanoğlu, saygın bir bilim adamı, sakin, zarif, güleryüzlü, anlaşmacı tavrı ile tüm halkı kucaklamaya gönüllüdür. Kiminle, nasıl konuşulacağını, çatışmalara gerek olmadan uzlaşı yolu ile mantıksız söylem ve kavgaların dışında kalarak; 76 milyonun kutsal Türk Bayrağı altında, hukuka saygılı, laik bir yaşam süreceğinin garantisini vermektedir.
Cumhurbaşkanımızı kendi oylarımızla seçeceğimiz bu seçim sonucu çok önemlidir. Birlikte koyduğumuz taşlardan oluşan duvarın gölgesinde, omuz omuza, sevgi-barış-birlik içinde ferahlayacağımızdan eminim.
Harika Ören
|