Bayram günlerinin en güzel yanı, akrabalarla bayram sofrasında birlikte olmaktır. Genellikle bu ailenin en büyüğünün açtığı sofradır.
Bayram namazı sonrası yapılan kahvaltının ardından, komşu ziyaretleri yapılır, gelenler kabul edilir. Türk Kahvesi yanı, güllü lokum, ev yapımı kimyon rayihalı vişne lilörünün eşliğinde içilirken, bayram neşesi yürekleri sarar. Küçükler hediye ve harçlıklarını alıp sevinçle zıplarken, eller öpülür, en güzel dilekler dilenir.
O zamanlar radyo ve TRT televizyonunun bir kanalı vardır. Dünyadan haberimiz yoktur. İçimize dönük yaşarız. Nerde bu günki gibi anında haber alma lüksü? Huzurlu ve mutluyuzdur. Bayramımızı yaşarız.
Bayram sofraları bazen öğlen bazen akşam yemeğine denk düşer. Çikolata, tatlı ya da çiçeğimizi alıp yola koyuluruz. İstanbul o zamanlar bu kadar kalabalık değil; İstanbul Boğazı köprüleri daha yapılmamış. Vapurun lüks mevkiinde seyahat ederiz. Cam kırıklarını yutarak gösteri yapan amcayı her sefer ağzımız açık izleriz.
Sofrada herkesin yeri bellidir. Çocuklar için ayrı bir sofra kurulur. Çocukların pek söz hakkı yoktur o zamanlar; büyükler konuşurken onlar konuşmazlar. Ama dinlemek serbesttir, tabi...
Babam bilge kişidir. Arapca, Farsça bilir. Benim karıştırmaktan büyük zevk aldığım, koca bir kütüphanemizde, onlarca kitabı vardır. Çok okur ve yazar. Şairdir. Tarihe meraklıdır. ''Atatürk'ten Yankılar'' ve ''Ünlü Türk Destanları'' isimli iki de kitap yazmıştır. Bayram sofralarında yemeğin şöyle bir ortasına gelince hep ondan hikayeler anlatması beklenir. Hitabeti de iyi olduğu için kimseyi kırmaz ve sözü bir punduna getirip anlatır. Yine bir sefer, memleket meseleleri konuşulurken ''Gelecekten ümit kesilmez'' diyerek anlattığı bir hikayeyi sizlere, hatırımda kaldığı kadarıyla, aktarmak istiyorum.
''Bir odada dört tane mum yanmaktadır. Birinci mum fısıltıyla konuşur. -Benim adım barış, artık ışık saçamıyorum. Etrafımdan kan, silah kokuları, ölüm çığlıkları geliyor. İnsanlar savaşmaktan asla vazgeçmiyorlar. Yanmamın bir anlamı kalmıyor. Aydınlığım yetersiz geliyor. Bitiyorum. - Der ve söner.
İkinci mum -Benim adım bilgi, artık gerekli miyim, değil miyim, bilemiyorum? Bilgi sahipleri değer görmüyor, sıkıntılarla yüzleşmek zorunda kalıyor ve incitiliyorlar. Özgür olamıyorum. Tutsak ediliyor, ceza alıyor ve önemsizleştiriliyorum. Bilgi geriye itilirken, cehalet ve bilgisizlik, gözü kapalı itaat, prim yapıp, alkış alıyor. Üzülüyorum.- Der ve söner.
Üçüncü mum şöyle bir titrer ve -Ben sevgiyim, ben yüreklerdeyim. iyilikler ve mutluluklar, paylaşımlar ve yardımlar için varım. Benimle engeller aşılır, sıkıntılardan kurtulunur. Ama gel gör ki unutuluyorum. İnsanlar beni bir kenara itip, görmezden geliyor. Kendilerini sevip, sevgilerini diger insanlarla paylaşmıyor, çıkara dayalı dostluklara ve menfaatlerine öncelik veriyorlar. Işığım yetersiz mi? Çok üzgünüm- Der ve söner.
Hikaye bu ya, o sırada odaya bir çocuk girer. Üç mumun söndüğünü görünce, dördüncününde söneceğinden ve karanlıkta kalacağından korkarak ağlamaya başlar.
Dördüncü mum, usulca seslenir- Korkma! Ben çevreme ışık saçtığım müddetce onlarda tekrar yanacaklardır. Hemen benim ışığımdan al ve onları yak lütfen! Çünkü benim adım umut!- Der.
Çocuk sakinleşir, hemen o mumla diğer mumları tekrar yakar. Oda eski aydınlığına kavuştuğunda, çocuğun gözleri parlamaktadır.''
Hikaye bitiminde masada bir suskunluk oluşursa da yarım dakika sonra herkes bir ağızdan konuşmaya başlar. Bu konuda söylenecek o kadar çok şey vardır ki...
Umutların tükenmediği dünyamızda, bir bayram daha kutluyoruz. Herşeye rağmen kutluyoruz.
Mutlu, huzurlu, barış ve sevgi eşliğinde, gönlünüzce bir bayram diliyorum.
Harika Ören
|