Büyüğün küçüğe sevgisi, küçüğün büyüğe saygısı kalmadığı, körün tuttuğunu sevdiği, suçların cezasız kaldığı bir dönemden geçiyoruz.
Gide gide yozlaşmanın yaşandığı toplumlarda bu gibi çarpıklıklar yaygınlaşarak gelişir.
Duyarsızlaşmak, nemelazımcılık, bananecilik alır başını gider.
Düzene uyum sağlama çabası içine giren gazeteler inanırlığını yitirir, gazetecilere güven kalmaz.
Herkes doğrudan yana değil, çıkarından yana tavır alır.
Ve doğrular gittikçe azalır, yanlışlar artar.
Derken efendim, gemisini kurtaran kaptan özdeyişi geçerlilik kazanmaya başlar.
Bu konuda bilim insanları bile görevlerini unutarak suskunlaşırlar.
Hiçbir üniversiteden, hiçbir bilim insanından ses soluk çıkmaz.
Bu özellikler sosyolojik olgulardır.
İnsana, topluma yakışmayan, aslında yüzleşme durumunda olduğumuz özelliklerdir.
Bu yüzleşme özelliğini de yitiren toplumlar kolay kolay iflah olmazlar.
Böyle can sıkıcı konulara neden girdim?
Seçim yasakları başlayınca havadan, sudan, gökteki buluttan, daldaki kuştan, şırıl şırıl akan derenin kenarındaki kurbağadan söz etmeye başlayacağız ya!
Şimdiden kendimi alıştırmaya çalışıyorum.
Yarın, kıytırık bir nedenle, “gel bakalım arkadaş, sen yazında şöyle şöyle diyerek seçmeni etkilemişsin” diye sıgaya çekilmemek için antraman yapıyorum.
Çünkü hemen hemen her gün yazı yazıp, fincancı katırlarını ürkütmemek olası değil.
Herkesi memnun etme gibi bir çabamız da olmadığından ötürü, birilerinde suç ararken, gözünün üstündeki kaşını göstererek, “gel bakalım arkadaş, senin gözünün üstünde kaşın var” suçlamasıyla karşılaşılabilir.
x
Bakın, seçime gidiyoruz, her parti adaylarını açıklandı.
Hiçbir partinin tabanı durumdan memnun değil.
Çünkü herkes her şeyi bilir konuma gelmiş.
Herkes her şey hakkında ha bire konuşuyor.
Ve bu işlerin kaynağının Ankara olduğu bilindiği halde, hiç kimse bu işin nedeninin ne Seçim Yasası ne Siyasal Partiler Yasası olduğu üzerinde kafa yormuyor.
Kimse kılını kıpırdatmadığı için de böyle gelmiş böyle gidiyor.
|