Bir haftadır yoktum.
Akdeniz’den, “yahu reis geciktin, yoksa kümsüyüz” diye bir ses geldi.
Akdeniz’e küsülür mü?
Kalkıp gittim.
En kötüsü de el endazem olan bilgisayarımı evde unutarak…
Dolayısıyla yazamadım, yazamadığım için gazeteye yollayamadım.
İyi bir fırsat diye düşündüm ve Akdeniz’in kucağında bir hafta boyunca dinlenmeye kurdum kendimi.
Bu arada gazetelere bakmadım ama haberleri de kaçırmamaya çalıştım.
Hani seçimlere doğru koşarak gidiyoruz ya.
Haberleri dinledikçe de yine gerildim, yine kuşkularım çoğaldı, yine kendime “ne oluyoruz” demeye başladım.
Kur’anı kerim.
İslam’ın kutsal kitabı.
Türkçe meali.
Kürtçe meali.
Emenice meali.
Ellerde sallanarak politikaya malzeme yapılıyor.
Herkes de dinliyor ve alkışlıyor.
Yarım yamalak Kürtçe konuşmalar, anlamını bile bilmeden Arapça konuşmalar, politikaya malzeme yapılıyor.
Herkes dinliyor ve alkışlıyor.
Ne oluyor?
Seçime gidiyoruz….
Tamam, gidelim ve seçelim ama aldatılmadan.
Ama doğruları saptırmadan.
Ama yanlışları doğru gibi yutturmaya çalışmadan.
Ama hiçbir şeye aldanmadan.
Pensilvanya’ya, mersedeslere, kutsal kitapların politika aracı olarak ellerde sallanmasına kanmadan…
Hele hele anlamını bile bilmedikleri Kürtçe, Arapça, Ermenice sözcüklerle herkese şirin görünmek için çaba harcayanlara aldırış etmeden.
En önemlisi de kendimize inanıp, sandık başına inanarak gitmeye özen göstererek.
Kimlerin kazanacağına gelince;
Böyle hassas bir konuyu da daha sonraki yazılarımıza bırakarak biraz meraklandırayım sizi.
|