Her gün gelen şehit haberleriyle, toplumun neden gerilmediğini ve ses çıkarmadığını anlayamıyorum.
Şehitsiz geçen günümüz yokken, Ankara’nın ülkeyi güllük gülistanlık göstermesine bir anlam veremiyorum.
Toplum şehitleri de, yokluğu, yoksulluğu da kanıksamış görünüyor.
Sessizliğini bu özelliğe yoruyorum.
Keyfi yerinde olan kesimin ise dünyaya aldırdığı yok.
Havada bulup tavada yiyenlerdir onlar.
İktidara yalakalık yaparak, yarını düşünmeden gününü gün etmeye çalışıp, yaşadıkları anın keyfini çıkaranlardır onlar.
Bu türler, gerginlik nedir bilmezler.
X
Bugün ben de gerginlikten sıyrılarak, çocukluk yıllarımda rahmetli babamdan dinlediğim bir fıkrayı anlatacağım size.
Belki biraz gerginliğinizi yumuşatır.
Fıkra şöyle;
Varsıl bir adamın, haylaz mı haylaz, haşarı mı haşarı bir oğlu varmış.
Babasına çok çile çektirmiş.
Adam yaşlanmış, hastalanmış, bakmış yavaş yavaş gidiyor.
Oğlunu yanına çağırmış, “bak oğlum, sana büyük bir servet bırakıyorum. Benim artık gitme zamanım geldi galiba. Sana vasiyetimdir, bu sana bıraktığım servetin bir kısmıyla altın alacaksın, bir küpe dolduracaksın ve dünyanın en aptal adamını bulup ona vereceksin. Bunu yapmazsan öteki dünyada ellerim yakandadır” demiş ve oğlundan söz almış.
Bir süre sonra da adam hakkın rahmetine kavuşmuş.
Cenaze kaldırılıp baş sağlığı ziyaretleri bittikten sonra, haylaz oğul, babasının vasiyetini yerine getirmek için gidip bir küp altın satın almış ve başlamış dağ bayır, köy kent dolaşıp aptal adam aramaya…
Kimi bulup aptalsın diyeceğini şaşırmış durumdayken yolu bir köye düşmüş.
Bakmış ki köyde bir tören var, insanlar toplanmış, atın üstüne binmiş bir adamı alkışlıyorlar, çiçek atıyorlar, yaşa var ol diye ona tezahürat yapıyorlar, bir adamı da atın terkisine bağlamışlar yuh çekiyorlar, adamı taşlıyorlar.
Birini tutup sormuş; “ne törenidir bu?”
Adam, “atın üstündeki yeni muhtar, atın terkine bağlayıp taşladığımız da eski muhtar” demiş.
Hemen gidip atın başına geçmiş, yeni muhtara altın dolu küpü uzatarak, “al arkadaş, bu altınlar senindir” demiş.
Atın üstünde zevkten dört köşe olan yeni muhtar, “ne altınıdır bu? Neden bana veriyorsun bunca altını?” diye sorunca, “babamın vasiyetidir, bana büyük bir servet bıraktı, bu servetin içinden bir küp altın alıp dünyanın en aptal adamına vermemi istedi” deyince muhtar, “ben aptal mıyım? Ahalinin bana olan sevgisini, saygısını görmüyor musun?” deyince, “senden önceki muhtar arkandan geliyor, geleceğini göremiyorsan ben ne diyeyim sana. Al şu bir küp altını da babamın vasiyeti yerine gelmiş olsun” deyip altını bırakmış, savuşup gitmiş…
Fıkra bu kadar.
Bilmem gerginliğinizi aldı mı?...
|