Bugün ne yazayım diye düşünürken, aklıma 1960 lı yıllarda başladığım ilk gazetecilik günlerim geldi.
Güzel günlerdi, saf ve temiz günlerdi.
Gazetecilik, günümüzdeki gibi ayağa düşmemişti.
Hiçbir gazeteci hiçbir kimsenin yalakası değildi.
Gazetecilik saygın bir meslekti.
Ofset teknolojisi yoktu, bilgisayar yoktu, internet yoktu ama biz üç beş genç gazetecilik yapıyorduk.
İletişim, manyetolu telefonla yapılabiliyordu.
Bu manyetolu telefonla birini arayacağımız zaman, kolu çevirdiğimizde karşımıza PTT çıkardı. Konuşacağımız telefon numarasını verirdik ve kapatır, telefonun kolunu bir kez daha çevirirdik.
Konuşmamız bittikten yarım saat sonra birini aramaya kalksak, karşımıza yine o konuştuğumuz kişi çıkardı.
Çünkü PTT de santraldaki memur hala fişi çekip bizi ayırmamış olurdu.
Çalıştığımız gazete, tabloit boyutta “pedal” dediğimiz ilkel bir baskı aracıyla basılırdı.
“Hurufat” dediğimiz harfler, kumpasa tek tek dizilir, bir tabla içinde yapılan sayfaya konur, bağlanır ve pedalın sehpasına yerleştirilerek, her sayfa ayrı ayrı basılırdı.
O yıllarda haber vardı, habercilik vardı.
O dönem hiçbir gazeteci taraf tutmazdı ama halkın haber almasından yana taraftı.
Tüm partilere eşit mesafede yaklaşırdık.
Çünkü gazeteciydik ve bize halkın doğru haber almasından yana olmamız öğretilmişti.
Şimdilerde her türlü teknik olanak var ama haber yok.
Daha doğrusu habercilik yok.
Oysa sağımızda, solumuzda haber kaynıyor ama bizim haberimiz yok.
O günlerde politika günümüzdeki gibi cıvımamıştı.
O yıllar, politikanın dengeli ve düzeyli yapıldığı yıllardı.
Kimse kimseye “yalancı, sahtekar, iki yüzlü, hain, terörist, bölücü, darbeci” demezdi.
X
1960 lı yılların başından girdik, 2017 Nisan baharına geldik.
Baharı yazayım dedim, aklıma gazetecilikteki ilk yıllarım geldi.
O zamanlar bahar bile başka gelirdi.
Sonuç olarak; şimdiki baharların da tadı kalmadı, her türlü olanak varken, her taraf haber kaynarken yapılan gazeteciliğin de tadı kalmadı.
Gazete okuyucusu ne düşünür bilemem…
|