Başlığı, Barış Manço’dan aşırdım.
Konuya çocukluk yıllarımızdan başlayayım; Domatese, hıyara, marula, turpa, havuca pek para vermezdik (ki o dönemde havucun adına “pürçükülü” derdik.)
Çünkü bahçeci komşularımız, yakınlarımız vardı, hemen hemen her hafta evimize gelip, “hudar” bırakıp giderlerdi.
“Hudar” nedir diye sorarsanız;
Bahçıvanın, bahçesinde yetiştirdiği marul, hıyar, mişmiş, pancar, soğan, sarımsak ve bunlara benzer tarım ürünleri.
X
Yine çocukluk yıllarımızda mahallemizde kanalizasyon diye bir düzenek yoktu.
Her evin bir fosseptik çukuru vardı.
Çukuru dolanlar, tanıdıkları bahçecilere haber verirler, onlar da gelip fosseptik çukurun içindekileri alır, temizleyip giderler, bir yıl beklettikten sonra bahçelerinde gübre olarak kullanırlardı.
Şimdilerdeki gibi kimyasal fenni gübre yoktu.
Zamanı ve mevsimi gelince de fosseptiklerini boşaltarak temizledikleri evlere, bahçelerinde yetiştirdikleri sebzelerden, meyvelerden armağan olarak getirirlerdi.
Yani hem pisliğimizi temizlerler hem de bize armağan verirlerdi
Bunlar tabi ki çok gerilerde kaldı.
X
Günümüze gelirsek, domatesten, bibere, patlıcandan kabağa zam var.
Pancardan ıspanağa, turptan havuca zam var.
Bakın, daha meyvelere girmedim.
Haydi girelim;
Kividen avokadoya, elmadan armuda, yani kardeşim, meyve gurubuna girmeye gerek var mı?
Kalitesi her gün bozulan ekmeğe bile değinmedim.
Nereye geldik?
Zamlara geldik.
Zorunlu tüketim maddelerine zam, elektriğe zam, suya zam.
Neredeyse soluk almaya vergi gelecek.
Zam, zam, zam.
Galiba bu sözcüğe alıştık.
Kılımız kıpırdamıyor.
Ha, kıpırdasa ne olacak diye sorarsanız.
Şimdilerde bir şeyler olacağa benzemiyor da sonu eyyi olur inşallah.
İnşallahtan, maşallahtan başka elimizden bir şey gelmiyor da!...
|