15 Gün aradan sonra Gaziantep’e dönmek güzel şey.
Bolu’nun Mudurnu İlçesi Taşkesti Kasabası sınırları içinde kurulan bir termal tesiste, termal suya girip çıkarak sağlık aradık.
Kaldığımız yöre, doğal güzellik açısından harikaydı.
Sermaye, sıcak suyu görünce, o doğal güzelliklerin arasında termal tesisler kurmuş, devremülk sistemiyle pazarlıyor.
Kaldığımız mekanın sağında, solunda, karşısında inşaatlar hızla sürüyor.
Doğal güzellik dediğim olgu yine de teslim olmuyor, güzellik dağıtmayı sürdürüyor.
Öyle bir doğal ortamdan Gaziantep’e girmek içimi burktu.
Her ne kadar yaşadığım kent olsa da Gaziantep mimari açıdan, demografik açıdan, sosyolojik açıdan, kent içi ulaşım açısından, yaşanılacak bir kent olma özelliğini yitiriyor.
Tugayın yanından başlayan ve Dülük ormanına kadar süren yaklaşık 10 kilometrelik yolun hala bitirilememesi şaşırtıyor beni.
Kent içi trafik kargaşasını hem sürücüler hem yayalar hem toplu taşıma araçlarına binenler bildiği ve yaşadığı için anlatmama gerek yok sanıyorum.
Kilis’te doğdum.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım bu şirin kentte geçti.
1964 yılından bu yana Gaziantep’te yaşıyorum.
O yıllardaki, 1970 li, 1980 li yıllardaki Gaziantep’i özlüyorum.
Yerleşimiyle, doğal güzellikleriyle, insan ilişkileriyle, dostluklarıyla o yıllar çok daha güzeldi ancak çok gerilerde kaldı.
Öyle ki kimsenin kimseye günaydın demediği, selam vermediği, asık suratlı, problemli olduğu her halinden belli olan insanların yaşadığı bir kent oldu Gaziantep.
O yılları yaşamış, benim kuşağımdaki herkesin bu tespite katılacağına inanıyorum.
Nerede o yılların Gaziantep’i, nerede o yılların kentdaşlık ilişkileri?
Peki, ne yapacağız?
Gaziantep’i bırakacak mıyız?
Kesinlikle hayır.
Bu kenti, eski dokusuna kavuşturmak için çaba göstereceğiz.
Hem de yılmadan, usanmadan.
Bu arada Ankara’ya bakıyorum, iktidarıyla, muhalefetiyle Zerrab ile yatıp kalkılıyor.
Doğal güzellikleri, çirkinlikleri düşünen yok.
Ülkenin saygınlığı neredeyse ayaklar altında.
İçim eziliyor…
|