60 yaşın altındakiler pek anımsamazlar ama bizim kuşak çok iyi anımsar.
Şeker, bizim çocukluk yıllarımızda lükstü.
Bağlarımız vardı, “şirelik üzüm” türünden pekmez yapılırdı.
Ateşte kaynatılmayan bu pekmez, üzüm suyunun tepsilere, sinilere konularak, güneşte bekletilmesiyle elde edilirdi.
Adına da “günbekmezi” denirdi.
Çocukluk yıllarımızda pekmeze “bekmez” derdik.
Sabah kahvaltısında rahmetli anam, çay bardaklarımıza birer kaşık bu gün pekmezinden koyarak tatlandırırdı.
Bir de bu gün pekmezini tahinle ya da küspe ile karıştırmak vardı ki tadına doyulmazdı.
Gün pekmezi, hiçbir katkı maddesi olmayan doğal bir tatlı türü ve enerji kaynağıydı.
Şeker lükstü demiştim ya, işte o yıllarda “kelleşeker” adında, allı pullu kağıtlara sarılı ve huni biçimine getirilmiş bir şeker türü vardı.
Bu “kelleşeker” her bakkalda satılmazdı.
Sermayesi geniş bakkalların tavanlarında, iple asılı olarak müşteri beklerdi.
Yeni evlenenleri kutlamaya giderken, sünnet düğünlerine giderken, hasta ziyaretlerine giderken bir veya iki “kelleşeker” alınır, armağan olarak götürülürdü.
Şeker için lüks demem bundandır.
Benim yaş gurubunda olanlar o günleri çok iyi anımsarlar.
Çocukluk yıllarımızdan çıkıp ilk gençlik yıllarına girdiğimizde, şeker lüks olmaktan çıkmıştı.
Artık her evde vardı.
Çünkü kendi şeker fabrikalarımızda üretilen şeker, yurdun her yanına ulaştırılmaya başlamıştı.
Artık çayımıza gün pekmezi yerine toz şeker koyuyorduk.
Şimdilerde “günbekmezi” de yok, kendi tarlalarımızda yetiştirdiğimiz şeker pancarını, kendi şeker fabrikalarımızda işleyip ürettiğimiz şeker de yok.
Çeşitli kimyasallarla tatlandırılmış zehri şeker diye yiyoruz.
Durum böyleyken, yetmezmiş gibi şeker fabrikalarımızı ya satıyoruz ya kapatıyoruz.
Her şeyde olduğu gibi şekerde de ithal kolaycılığına kaçıyoruz.
Hayvancılığımızı bitirdik, et ithalatı başladı.
Tarımımızı bitirdik, her türlü tarım ürünleri ithalatı başladı.
İhracatımız mı?
O da var;
Bol bol beyin ihraç eder olduk.
“Kelleşeker” ve “günbekmezi” bakın bizi nerelere kadar getirdi.
Allah encamımızı hayreyleye…
|