Bugün biraz eskilere gideceğim.
Başka bir söylemle nostaljik takılacağım.
1940 lı 50 li yıllar.
Benim kuşağımda olanların çocukluk yılları.
Kilis’te altyapı hizmetleri başlamamış.
Kanalizasyon yoktu.
Her evin tuvaleti, dış kapıya yakın bir yerde ve dış kapının dışardan yanında da bir fosseptik çukur vardı.
“İçeribahçe” de ya da kentin biraz uzağında kurulan sebze bahçeleri bulunanlar, gelir, bu bizim fosseptik çukurlarımızı açar, boşaltır, “şilif” (heybe)lerine doldurup bahçelerine götürürlerdi.
Kış geldiğinde yağmurun, karın, yaz geldiğinde de güneşin altında çürüyen bu atıklar, gübre olarak “maşara” (tarh)lara serpilirdi.
Yani doğal gübreydi.
Bu bahçelerde yetiştirilen sebzelerden, fosseptiklerini temizledikleri evlere armağan olarak getirirlerdi.
Bu armağanlar birkaç marul, birer deste soğan sarımsak, birkaç bağ maydanoz, biraz pancar ve birkaç turp gibi sebzelerden oluşurdu.
Mevsimine göre mişmiş(zerdali), dut, hıyar da getirilirdi.
Bu sebzelerin yetiştirilmesinde fabrikasyon gübre, çeşitli tarım ilaçları kullanılmazdı.
Tümü doğal ortamda yetiştirilmiş ürünlerdi.
Hormon mormon bilinmezdi.
Şimdi mi?
Fosseptik çukurlar kalmadı.
O bahçeler de o bahçıvanlar da kalmadı.
Şimdi aklınıza şöyle bir soru gelebilir; “sen o hal de mi yaşamak istiyorsun?”
Hayır.
O günleri, o halleri yaşadığım ve bunlara tanık olduğum için bu yazıyı yazarak biraz nostaljik takılmak istedim.
Ancak o yıllarda yetiştirilen sebzelerin, meyvelerin tadını, kokusunu özlemedim diyemem.
Hem de çok özledim.
Çünkü insan doğallıktan uzaklaştıkça her şeyin tadı bozuldu.
Şimdi gençler, bu anlattıklarımı anlamayacaklar, hatta “haydaaa” deyip gülüp geçeceklerdir.
Gençlerin o günleri yaşamasını istemem.
Zaten gençlik akıllı telefonlarından, tabletlerinden kafasını kaldırıp dünyaya, dünyadaki gelişmelere, çarpıklıklara pek aldırış etmiyorlar ama dünya yine eskisi gibi dönüyor.
Gün gelecek, insanın doğaya verdiği zararlardan dünyanın kafası bozulacak ve tersine dönmeye başlayacak.
Dilerim insan sağlığını ve dünyanın kafasını bundan fazla bozmayız…
|