Toprağımızı ilkin tohumla istila ettiler.
Sonra tarım ilaçlarıyla ve kimyasal gübre ile.
Topraklarımız küsünce, “kendinizi yormayın, biz ürettiklerimizden size satarız” dediler.
Ve öyle de oldu.
Derken göllerimiz, derelerimiz, pınarlarımız kurumaya başladı.
Kocaman Tuz Gölü küçüldü.
Göller Bölgesi olarak bildiğimiz yörede göl kalmadı.
Kaynağı pek belli olmayan sular, şişelenip, çeşitli adlar altında bize sunuldu.
Halk şişe suyu içmeye alıştırıldı.
Çukurova, Amik Ovası, Barak Ovası pamuk ve tahıl ambarı olmaktan çıktı.
Kilis’te üzüm üreticiliği durdu, zeytincilik can çekişmeye başladı.
Malatya’nın kayısısı, Karadeniz’in fındığı para etmez oldu.
Meşhur Çorum leblebisi, ithal edilen nohutlardan yapılmaya başlandı.
Orman alanlarında yangınlar çıkararak, ağaçsız araziler oluşturdular ve bu arazilere villalar diktiler.
Bize tohum, gübre, tarım ilacı satanlar, bu kimyasallardan kaynaklanan hastalıklar artınca, güya bu hastalıkları iyileştirecek ilaçlar üretip bize sattılar.
Toplumun sağlığı üzerine oynanan bu tür oyunlar yetmedi, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerinden gelen göçlerle, demografik yapımızı bozdular.
Derken efendim, “kahrolsun emperyalizm” çığlıkları gide gide azaldı.
Ve tohumla, gübreyle, tarım ilaçlarıyla, çeşitli ülkelerden gelen sığınmacılarla istila edilen cennet vatan, işgale hazır duruma sokuldu.
Ancak bunun kolay olmayacağını bildiklerinden, hala sabırla bekliyorlar.
Hem de bunu beceremeyeceklerini, avuçlarını yalayacaklarını bile bile.
Çünkü yokluk içinde bir kurtuluş savaşını zaferle sonuçlandıran bir topluma baş eğdirmek o kadar kolay değildir.
Acı ama gerçek.
Genel durum ne yazık ki böyle.
Hele şu seçimleri atlatalım, o zaman görün bizi…
|