Akdeniz ve Ege kargaşası, Karadeniz doğalgazı, Malazgirt kutlaması ve 30 Ağustos.
Hele de coronavirüs, virüse karşı duyarsızlık, her akşam dinlediğimiz rakamlar, patlatılamayan turizm, her şey bitmiş gibi normalleşmeye dönüş, AVM lerin açılması, okulların açılıp açılamayacağı konusu.
Ve 15 Temmuz ile 30 Ağustosu ayni terazide tartma aymazlığı.
Dindar sanılan bir cemaat ile yapay hesaplaşma, 30 Ağustosla eş değerde tutulabilir mi?
Böyle bir şey günümüzü ve Cumhuriyeti borçlu olduğumuz Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına saygısızlık değil midir?
Daha sayayım mı?
Yok saymayayım.
Düşün düşünebildiğin kadar.
X
Gelelim hukuk – adalet ikilisine;
Savcı, Avukat, Yargıç.
Bu üç mesleği yürütenler de hukuk fakültelerinde ayni dersleri okumuş eğitimli insanlar.
Savcı, iddia eder.
Avukat savunur.
Yargıç karar verir.
Yine hukuk okumuş gencecik insanlar, sudan nedenlerle yargılanır ve hapse atılırlar.
Bu gençlerden bazıları, adil yargılanmak için ölüm orucuna yatarlar.
Devlet duyarsız kalır.
Ben bir insanın sonuç alacağını ya da alamayacağını bile bile ölüme yatmasını anlayamıyorum.
Hele bu durumdayken ölen birinin ardından ileri geri, ipe sapa gelmeyecek biçimde konuşulmasını hiç anlayamıyorum.
Bize, kim olursa olsun, ölenin ardından konuşulamayacağı öğretilmemiş miydi?
Genç bir hukukçu, bu ölüme yatma tavrıyla, meslektaşlarına, hukuk fakültelerinde okutulmayan bir hukuk dersi vermiştir diye düşünüyorum.
Ama biz ne yapıyoruz?
Öldüğü yetmezmiş gibi, neredeyse mezarından çıkarıp bir daha öldüreceğiz.
Biz böyle değildik.
Ne zaman böyle olduk?
Sorgulamak da size kalsın…
|