Bir Bekir Coşkun vardı.
Dili peltek, yüreği mangal bir adamdı.
İnsanı severdi.
Çiçeği, doğayı, hayvanları severdi.
Atatürk’ü sevmeyenleri sevmezdi.
Herkesi sevdi ama hiçbir iktidar O’nu sevmedi.
Saz çalardı, keman çalardı.
Dili peltekti ancak zekası, espri yeteneği ve ironi yüklü kalemi kıvraktı.
İnsan sevgisi ve duygu yükü ağır olan bir kişilikti.
Hiçbir iktidar döneminde, hiçbir iktidara yakın olmadı.
Gazeteciliğin esası olan muhaliflik gömleğini hiç çıkarmadı.
Soyadı gibi Coşkun bir gazeteciydi.
Kalemini satmadı, kiralamadı.
Yazılarında ve kitaplarında hep gerçekleri, doğruları yazdı.
Seveni çoktu.
Kısa, akıcı ve yalın yazılar yazardı.
Hele O’nu tanımadan, yazılarını okuduktan sonra seven milyonlar vardı.
Bir yazısında karga ile cevizi anlatmıştı;
Evinin bahçesine bir karga gelip, gagasındaki cevizi – belki de kışlık zahire olarak – toprağa gömer.
Bir zaman sonra, karganın bahçeye gömdüğü ceviz göverir, yeşerir ve kocaman bir ceviz ağacı olur.
Bekir Coşkun bu olayı, o anlaşılır ve güzel üslubu ile öyle anlatır ki her ceviz yediğimde aklıma Bekir Coşkun gelir.
O’nu anlatmak o kadar kolay ki çünkü kendisi de kolay okunur yazılar yazdı.
Yazılarını süslemeden, uzatmadan, Anadolu insanının anlayabileceği biçimde yazardı.
Ayni mahalleden bir arkadaşımı yitirmiş gibiyim.
30 Eylül günü, “Yazı Bilmem” başlıklı son yazısını, şöyle başlayıp, ayni dizelerle şiir gibi bitirmişti;
“Yazı bilmem
Yazarım yazı bilmem
Bu yaz böyle geçti
Gelecek yazı bilmem.”
Işıklarda uyusun…
|