Ağlamak, bana göre onurlu bir davranış, insana özgü bir duygu.
Herkes kolay kolay ağlayamaz.
Kimi ağlamak ister ama çevresinden utanır.
Kimi höyküre höyküre ağlar ama boştur, duygu sömürüsü yaptığı her halinden bellidir.
Yaptığım ve yapamadığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım.
Duysaydım, depremler yaşardım…
İyi ki bu duyguyu kontrol altına alabilmişim.
Bazen oturur ağlarım…
Ağlama saatim geldiğinde, hele bir de yalnız başımaysam hıçkıra hıçkıra ağlarım.
Ağlama için bahane de aramam.
Çünkü yaşamımdaki keyifli dilimlerin yanı sıra, ağlanacak çoook zaman dilimleri de var.
İşte öyle zamanlarda çekinmeden ağlarım.
Hem de doyasıya, rahatlayıncaya kadar…
Kendime yetecek kadar bağlama çalarım.
Bazen bağlama çalarken de ağlarım ama her zaman değil.
Örneğin Orta Anadolu türküleri çalarken keyifliyimdir.
Ancak Yunus’tan, Pir Sultan’dan, Dadaloğlu’dan türküler çalıp söylerken kendimi tutamam, ağlarım.
“Pir Sultan Abdalım haftada ayda
Günler gelir geçer bulunmaz fayda.
Gönlüm hak arzular canım hayhayda
Toprağım üstüme kürelendi gel…”
Duygulu biriyseniz, bir de yaralıysanız haydi ağlamayın.
Benim ağlama saatlerim var.
O saatleri kimseye kaptırmam.
Yani yanımda utanacağım, çekineceğim birileri olsa da utanmadan, çekinmeden ağlarım.
O ne düşünürse düşünsün.
Duygusal bir adamım, yeni bebekler doğar, sevincimden ağlarım.
Dünyada savaşlar yaşanır, elimden bir şey gelmez, ağlarım.
Benim cennet ülkemde trafik terörü yaşanır, payıma bir can düşer, ağlarım.
Bizi yönetin diye meclise yolladığımız vekiller, yaka paça birbirlerine girerek “peygamber” kavgası yaparlar, bir şey yapamam, üzülür ağlarım.
Tekel işçilerinin dik duruşuna bakar ağlarım.
Herkesin yerine de ağladığım olur bazı.
Ağlama saatim gelmeyi görsün.
Bugün kendimden söz ederek okurlarımı meşgul etmek istemezdim ama bu yazımı okuyanların da ağlama saatleri olmasını istedim.
Çünkü ağlamak, insana özgü bir duygu da ondan.