Yeni bir anayasa yapmak için, meclis yoğun bir biçimde çalışıyor.
Hiç kimse yeni, çağdaş, uygar bir anayasaya karşı değil.
82 anayasası kırpıla kırpıla zaten kuşa döndürülmüştü.
Karşı çıkılan; meclisin bu dokusuyla yeni bir anayasa yapma girişimi.
Meclis televizyonundan hayretle izliyoruz.
Birinin ak dediğine diğeri kara diyor.
Muhalefet partilerinden herhangi birinin verdiği önerge, bırakın gündeme alınmayı, dikkate alındığına bile tanık olamadık.
Meclis başkanı muhalefet partilerinden birinin verdiği önergeyi okutup soruyor;
- Hükümet katılıyor mu?
- Hayır.
- Komisyon katılıyor mu?
- Hayır…
Hükümetin ya da komisyonun, muhalefet partilerinden birinin verdiği önergeye katıldıklarını görmedik.
Hal böyleyken uzlaşmadan, uyumdan söz ediyorlar.
Kim inanır?
Kimi inadırabilecekler?
Ancak yine de inanacak bir kesim var.
Peki, kimler onlar?
Gıda maddesi, yakacak, beyaz eşya dağıttıkları beleşçiler…
Onlar da çıkarlarını her şeyin önünde tuttukları için inanmak durumunda olanlardır.
Seçmene şirin görünebilmek için yapılan politikaların içine, Mustafa Kemal’in silah arkadaşı, ilk başbakan, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü Hitler’e benzetmek de girdi.
Oysa o İsmet İnönü, çok partili demokratik sisteme geçmek için savaş verenlerin başında gelen devlet adamıydı.
1946 yılında çok partili demokratik siteme geçerek, mecliste partilerin çoğalmasını sağlayan politikacıydı.
İstese, yıllarca Milli Şef olarak kalabilir, lider sultasını sürdürebilirdi.
Ama yapmadı…
Uzantısı bu güne kadar gelen çok partili demokratik sisteme geçti.
Günümüz politikacıları, partilerini ve konumlarını İsmet Paşa’ya borçluyken, O’nu Hitler’e benzetmek nasıl bir politikadır, anlayamadık.
Politikada vefa diye bir kavramın sıcaklığını çoktan yitirdiğini de bu söylemle bir kere daha öğrenmiş olduk.
Ne diyelim?
Politika böyle bir şey işte.
Aslında böyle değildi ancak politik çıkarlarını ülke çıkarlarından önde tutan politikacılar çoğaldıkça, duruma olağanmış gibi bakılır oldu.
|