Bir önceki yazımda hoşgörüden söz etmiştim.
Dilimin döndüğünce kutsal bildiğimiz bu kavramı anlatmaya çalışmıştım.
Hayır – evet yarışında liderleri izledikçe bu konuda kendime hak verdim.
Biz gerçekten hoşgörüsüz biz toplum olup çıktık.
Uzlaşı kültürü olmayan toplumlarda hoşgörünün esamesi okunmuyor.
Şöyle çevrenize bir bakıverin.
Hoşgörü bizden ne kadar uzaklaşmış, görürsünüz…
xxx
Diyarbakır’ın bir ilçesinde, Hacı Oruç adlı bir yurttaş yaşıyordu.
Şimdi yaşamıyor…
Neden biliyor musunuz?
Camilerin, türbelerin, iftar çadırlarının dolup taştığı bir kutsal ayda, bu Hacı Oruç adlı yurttaş, eskiler alıp sattığı el arabasıyla evine dönüyor.
O gün para kazanamamış, siftah bile yapamamış.
Eşine, “iftarda ne yiyeceğiz?” diye soruyor.
Evde yemek yapmak için hiçbir malzeme olmadığı için, eşi boynunu büküyor, “yiyecek bir şeyimiz yok” diyor utanarak.
4 çocuk, bir eş bir de Cuma Oruç…
Bu durum Cuma Oruç’un ağrına gidiyor.
Evin bir odasına çekiliyor.
Ses – soluk çıkmayınca eşi odaya giriyor ki Cuma Oruç kendini iple tavana asmış…
Çocuklarına bir iftar sofrası kuramayan Cuma Oruç canına kıymış.
Hayır – evet mitinglerinde liderleri dinliyoruz, hep sanal mutluluktan söz ediyorlar.
Mutluluk sanal ama iftarlık yemek somut olarak ortada yok.
Cuma Oruç, oruca niyet etmiş ancak orucunu açacak bir şey bulamayınca, ağrına gidiyor ve kendini asarak canına kıyıyor…
Hem de oruçken.
Cuma Oruç, İslam’ın, kendi vücudu üstünde tasarruf yapamayacağı emrini belki bilmiyordu.
Belki biliyordu ama eşine ve çocuklarına mahcup olmak canına tak demişti.
Eşine ve çocuklarına iftarlık bir şey getiremediği için, onuruna yedirememiş olacak ki sessiz sedasız öteki odaya geçip kendini asarak bu dünyadan ayrıldı.
Belki yeşil kartı da yoktu…
Allah rahmet eylesin.
Konuyu yine hoşgörü ile bitirelim;
Yok kardeşim, hoşgörü moşgörü kalmamış, bitmiş.
Bu sözcüğün anlamını bile unutmuşuz.
Baksanıza, bir partinin genel başkanı, başka bir partinin genel başkanına “evladım” dedikten sonra, edepten erkandan söz ediyor.
Buyurun, hoşgörülü olun bakalım…
|