Özenti, özenti, özenti…
Öykünme, öykünme, öykünme…
Şimdilerde “stüdyo daire” furyası var.
Ucuz mu ucuz.
Gecekondu fiyatına canım.
Bizim kuşağın ilk gençlik yıllarında “garsoniyer” denen bir konut tipi vardı.
Hah işte o konut tipi şimdilerde “stüdyo daire” oluverdi.
Yalnızlığı sevenler için bulunmaz bir mekan.
Tüm aile bireylerinin birlikte oturduğu avlulu, 10 odalı mekanlar yok artık.
Çünkü kimse birbirine tahammül edemiyor.
Hani uygarlaşıyoruz ya.
Ana, baba, abi, abla, enişte, amca, dayı, hala, teyze bir mekanda oturur mu?
Tamam, anladık, oturmaz da geleneklere bu kadar da yabancılaşılmaz.
Bir de yarış başladı.
Evlenip çekirdek aile olarak ayrılan bir kardeş, 100 metrekarelik bir evde oturuyorsa, öteki kardeş evlendiğinde 180 metrekarelik evde oturur oldu.
Yine evlenen son kardeş, 250 metrekarelik ev arıyor.
Yanı sıkı bir sidik yarışı…
Bu arada gide gide uygarlaşıyoruz.
Oğullar baba evine, babalar çocuklarının evlerine gitmez olmuş.
Kan bağı olsa da birbirlerinden rahatsız olduklarını belli ediyorlar.
Çünkü herkes rahatını düşünüyor.
Bu gibi aymazlıklar yaşanırken öte yandan ülkenin rahatını düşünenler her geçen gün azalıyor.
Rahatı olmayan sancılı bir ülkede yaşayan insanların rahat olması mümkün değildir ama ne yazık ki rahatı bozuk ülkenin insanları kendilerini rahat sanıyorlar.
Üretemeyen ülke, tüketici olur, dolayısıyla aptal bir pazar olur.
Herkes tüketici…
Üretmeden tüketmeye alıştırılan insanların dünya umurunda olmaz.
Çünkü günübirliğine yaşamaktadır.
Ve günün birinde…
xxx
Böyle karamsar düşünce, karamsar bir yazı nereden çıktı?
Aralık ayında bile güneşli günler yaşanırken, benim şu yazdıklarıma bakın.
Pazartesi günü yazdığım iyimser yazıya inat, bugün de böyle karamsar bir yazı çıktı.
Benimki de vehim işte.
Bağışlayın.
|