Son model lüks araçlarla devletin hastanesine giderek, yeşil kart gösterip beleş muayene olmayı ve beleş ilaç almayı içine sindirecek kadar onurlu, şerefli hastalarımız var.
Birkaç evi, birkaç dükkanı ve bankada parası olduğu halde, ışıklı kavşaklarda araçların önüne çıkıp el açarak dilenen onurlu, şerefli insanlarımız var.
Hiçbir şeye gereksinimi yokken, okulda yoksul öğrencilere dağıtılan giysi ve kırtasiye yardımı için çocuklarını örgütleyen onurlu, şerefli ana babalar var.
Bırakın komşusunu, kardeşinin aç yattığını bildiği halde, bankalardan tüketici kredisi alıp Hac’a giden onurlu ve şerefli dindar geçinenlerimiz var.
Yakacak, giyecek, yiyecek yardımı aldığı için çalışma gereği duymayan zeki, çalışkan ve şerefli yoksullarımız var.
Nabza göre şerbet veren, her devrin adamı olma maharetini gösteren, dün sövdüğüne bugün methiyeler dizen onurlu ve şerefli gazetecilerimiz var.
Zeki olduğunu sanan aptal ve gide gide yozlaşan insanların yaşadığı, her türlü çıkarın ön planda tutulduğu, benden sonra boran olacak cennet bir ülkem var.
Çeşitli guruplara açılım yaptıklarını sanan, kendilerinden başkası geldiğinde ülkenin batacağına inanan politikacılarımız var.
Kendilerini çok büyük gören ve her şeyi bildiklerini sanan küçük adamlarımız, gücünün farkında olmayacak kadar mütevazi olan büyük adamlarımız var.
Yani ayakların baş, başların ayak olduğu bir coğrafyamız var.
Böyle cıvıklık, yavşaklık, yalakalık ve çıkarcılıkla, elden çıkmak üzere olan bir güzel ülke ve bu işe bilerek ya da bilmeyerek ya da iktidarda kalma uğruna ivedilik kazandıran bir anlayış var.
Ve son olarak, iktidara geldiklerinden bu yana, güya yardım yaptıkları insanların sayısının iki katına çıktığını, övünerek söyleyen yöneticilerimiz var…
Bu kadar varlığa karşın “peki, nemiz yok?” diye soracak olursanız; onu da
siz bulacaksınız.
Ben iyimser bir yazar olarak, bardağın dolu tarafını görüp “var” ları ortaya koymaya çalıştım.
“Yok” ları bulmak da size düşüyor…
|