Bu ay Gaziantep’te olmak vardı.
Ne yapalım ki olmadı.
Aslında yalnız Gaziantep’te değil, büyük kentlerde, büyük ilçelerde de olsak pek fark etmezdi.
Yaşadığımız kent Gaziantep olduğundan “bu ay Gaziantep’te olmak vardı” deyiverdim.
Neden diyeceksiniz değil mi?
Anlatayım;
Yaşadığım kentimin tüm belediye başkanları aynı partiden.
Yani iktidar partili.
Yine yani AKP’li…
Her akşam birkaç yerde iftar yemekleri düzenliyorlar.
Hem de yüzlerce kişinin katıldığı iftar yemekleri.
Allah kabul etsin.
Bilirsiniz, bizim halkımız bedavaya alıştırılmıştır.
Bedava olsun da ne olursa olsun.
Oruç tutmasa bile, bir akşam yemeğini bedavaya getirmenin yolunu, bu mübarek ramazan ayında iyi bilir.
Yoksul olmasına gerek yok.
Zaten yemeğe katılanlardan herhangi bir yoksulluk belgesi falan da istenmiyor.
Her akşam bir iftar yemeğinde.
“Yiyin efendiler yiyin…”
İftar yemekleri şenliğe dönüştürülüyor, ne güzel.
Karagöz – Hacıvat’lı, Nasrettin Hocalı gösteriler de cabası.
Geçtiğimiz gün bir televizyon haberinde izledim; Rize’de 2 kilometre uzunluğunda bir iftar sofrası kurulmuş ki o sofrada bulunmak bile büyük bir mutluluktur.
Şu birliktelik şovuna bakın.
Bu arada Gaziantep gazetelerinden birinde okuduğum habere göre, bir dernek -yanılmıyorsam Hürsiad- bu yıl iftar yemeği verme yerine, Afrika’daki aç insanlar için bir kampanya başlatmış.
Alkışlanacak bir kampanya.
Televizyon ve gazetelerdeki reklamlara dikkat ediyor musunuz?
Hemen hemen tüm reklamlarda “ramazan kampanyaları” var.
GSM operatörlerinin ramazan kampanyası, geceleri telefonla bedava konuş.
Giyimde ramazan kampanyası, gıdada, tatilde ramazan kampanyaları sürüyor.
Gazeteler kuponla Kur’an’ın mealini veriyorlar.
Bu da ayrı bir kampanya.
Ha bir de hap çıkmış, adına tokluk hapı diyorlarmış.
Sahurda yemekten sonra bir tane hap içiyormuşsunuz, o gün açlık çekmiyormuşsunuz.
Bazı hocalar “mekruh” derken, bazıları da “oruçta şike” olarak değerlendiriyorlarmış.
Gülsek mi ağlasak mı?
Ve sevgili okuyucu, mübarek ramazan ayımız, her konudaki “Ramazan Kampanyaları” ile sürüp giderken aklıma “yahu biz hep böyle miydik yoksa sonradan mı böyle olduk?” sorusu takılıp kalıyor…
|