Uzun süren tatilimden dönmeden yazmayacağım dedim.
Hani dönüş hazırlıkları, eksiğimiz ne, fazlamız ne, sakın bir şeyi unutmayalım hesabıyla, bir süre yazmayacağım dedim.
Dayanamadım…
Dönüş sürecim biraz uzadı derken, yazmadan edemedim.
Hani yazmak paylaşmak ya!...
Bilmem anımsar mısınız?
Telgraf Gazetesi’nde yazmaya başladığım gün ilkyazıma “yazmak paylaşmaktır” diye başladığımı anımsıyorum.
Sanırım yanılmıyorum.
Gerçekten yazmanın bir şeyleri, bir düşünceyi paylaşmak olduğuna inananlardanım çünkü.
Bu güne kadar okurlarımla çok şey paylaştım.
Paylaştıklarım hep düşünce düzeyinde oldu tabi ki.
Telefonla arayıp yazımı beğenmeyenler de oldu, beni yüreklendirenler de.
Bu konuda bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim;
1984 ya da 85 yılıydı sanırım, genel yayın yönetmeni olduğum gazetede her gün köşe yazıları yazıyordum.
Hoş olmayan bir kaza sonucu sağ elimdeki kuş parmağımın bağlı olduğu kemik kırılmıştı..
O zaman ofset diye bir teknoloji yok.
Bilgisayar hiç yok.
Yazımızı daktilo makinesinde yazıp mürettibe veriyoruz. O da başlığı hurufatla diziyor, yazıyı da linotip denen dizgi makinesinde yazıp kurşun kalıplara döküyor.
Şimdiki kadar kolay değil ama güzel şeyler yalnız zor işler yani.
Kırılan sağ elimle yazı yazamıyorum.
Sol elimde denedim beceremedim…
Sinirleniyorum, birkaç gün de yazı yazmayayım dedim.
3 veya 4 gün sonra gazeteye tanımadığım biri geldi, buyurun dedik, “bu Hüseyin Toprak niye yazmıyor artık” diye sordu.
Adamı tanımıyorum.
Buyur ettik bir çay ısmarladık, “siz Hüseyin Toprak’ı tanıyor musunuz?” diye sordum.
“Yok, tanımıyorum ama her gün yazılarını okuyordum. 5 – 6 günden beri niye yazmıyor diye geldim” dedi.
Sağ elimin alçı içinde olduğunu göstererek, “Hüseyin benim, elim kırıldı, onun için yazamıyorum” dedim.
Adam mahcup oldu, “vallahi bilmiyordum, sizi de tanımıyorum ama yazılarınızın tiryakisi olmuştum, geçmiş olsun” deyip gitti.
Yazmanın paylaşmak olduğunu biliyordum ama o gün bu düşüncem daha da pekişti.
Yeniden yazmak için birkaç gün izin istemiştim, dönüş sürecim uzayınca dayanamadım yine paylaşmak için yazıyorum.
Ne yazayım demeye gerek yok.
Doğal gaza, elektriğe ve ete gelen zammı yazmaya başlasam yeter ama yazmayacağım.
Çünkü daha sırada çok zamlar var.
Emeklilerin maaşı artacak denmesine bakmayın.
Hiçbir şey olmayacak.
Hayat bir aldatmacaya dönüştü.
Herkes aldatılıyor ama kimse aldatıldığının farkında değil…
Bu gün de bunları paylaşmak istedim.
Yarın belki yine yazarım ama söz vermiyorum çünkü Gaziantep’e dönüş modundayım…
|