Bazen bunalıyorum.
Ne yazmalıyım diye düşünüyorum.
Tam böyle dağınık bir durumdayken şeytan aklıma giriyor; “aşklarını yaz” diyor.
Durup düşünüyorum.
42 yıldır evliyim.
Şeytana uyup aşklarımı yazmaya kalksam, bu yarım asra dayanan evlilik çatırdayacak.
Vazgeçiyorum.
Umutlarımı yazayım diyorum.
Şeytan bu, durur mu?
“Oğlum senin yaşın 70 e dayanmış, nasıl bir umudun olabilir ki?” diye kafamı karıştırıyor.
Özlemlerimi yazayım diyorum.
Örneğin; dünyayı gezip dolaşmak gibi özlemimi…
Aaaa, bakıyorum şaytan – ı lain yine karşımda, bu kez sırıtıyor.
“Bunda ne var” diye soruyorum.
“Emekli maaşına bak” diyor, “sen bu maaşla bırak dünyayı dolaşmayı, kendi etrafında bile dolaşamazsın” diye alay ediyor.
Düşünüyorum, vallahi doğru.
Örneğin barış içinde yaşama özlemimi…
Yine çıkıyor karşıma, “senin özlediğin barış dünyanın neresinde var?” diye soruyor sırıtarak.
Bu arada ben bunaldığımla kalıyorum.
Kendi kendime “oğlum daha ayaktasın, ölmedin, umudunu yitirme, şeytanı es geç, istediğin gibi, bildiğin gibi yaşa” diyorum demesine ama istediğim gibi, bildiğim gibi yaşamak da elimde değil ki.
Ben “n’olacak bu memleketin hali” diye kimseye soramayacak mıyım?
Ben, “yahu bu Gaziantepspor’un hali n’olacak” diye taraftara soramayacak mıyım?
Ben, emekli maaşımın artması konusunda söz sahibi olamayacak mıyım?
Ne verirlerse almaktan başka bir şey yapamayacak mıyım?
Ben Nazım ustanın dediği gibi, şarkı dinlemeden usandığımda şarkı söyleyemeyecek miyim?
Ben sıkıldığımda, bunaldığımda, karşımda hep şeytanı mı göreceğim?
Yani benim bunalım yaşama hakkım yok mu?
Benim canımın sıkılması, şeytanın neden bu kadar hoşuna gidiyor?
Her neyse, şeytanla cebelleşirken bugünkü görevimizi de yerine getirip, köşemizi doldurduk…
Yarın yeni bir gün olacağından ve nelerle karşılaşacağımızı bilmeden, yine de yarına hazırlanmak gerek.
Yarın belki daha aydınlık olabilir…
|