Bir baştan bir başa labirent gibi sokakların kenarına dizilmiş gökyüzünü bile görmeyen binalar arasında kaybolmuş yaşam izleri bazen hiç olmadık yerde karşımıza çıkar. Yaşama sevincimizi ona bağlar varlığından mutluluk duyarız. O çölün ortasında su gibidir. O bütün umutlarını kaybetmiş birine beklenmedik bir anda verilmiş yeni bir şans gibidir. Sıkıca tutunursunuz ona. Öylesine içten, öylesine çıkarsız bağlanırsınız ki onu kaybedebilme ihtimalini aklınıza bile getirmezsiniz. İstanbul’a geldiğim zaman en çok, dar sokakların iki yanına dizilmiş kale surlarına benzeyen binalar arasında yaşıyormuş gibi davranmaktan sıkıntı duymuştum. Hangi saatte olursa olsun yaşamak zorunda olduğun trafik sorunları, Alabildiğine gürültü, Görsel kirlilik, atıklar, hava, besin ve su kirliliği ile çepeçevre sarılmış bir yaşamı sürdürmeye çalışıyordum.
O, bütün bunları unutturmak ister gibi biraz daha sabredin, bir mevsim daha sabredin der gibi beton binalar arasından güneşi yakalamaya çalışıyor, İki beton blok arasında uzadıkça uzuyordu. Dalları bizim balkona ulaştığında o yarışı kazanmış, ben ona dokunabilmenin eşsiz mutluluğunu yaşıyordum. Sevgi ağacım olmuştu artık.Birkaç yıl sonra boyu bizi de aşıp gitti. Beşinci katın balkonunu aşıp çatıya ulaştığında çocuklar gibi sevinmiştim. Her bahar onun dallarında ki tomurcuklarla birlikte açıp beyaz beyaz pamuklanmasını izlemek, sonra griye inat yeşil yapraklarının bütün sokağı kapatmasının eşsiz keyfini yaşamak. Bir kavak ağacının üzerinde mevsimlerin geçişini takip etmek. Sonbaharda sararıp balkona dökülen yapraklarda hüznü toplamak. Kışın; yapraksız dallarda yalnızlığı hissetmek, baharda doğumun canlanmanın sevinci yaşamak, yazın; beton binalardan, kiremit çatılardan yansıyan dayanılmaz sıcağında gölgesinde serinlemek. Okuldan döndüğümde yaptığım ilk iş balkon kapısını açıp rüzgarla sallanan yaprakların hışırtısını dinlemekti.
O günde öyle yaptım. Okuldan gelince ilk olarak balkonun kapısını açtım. Bir an yanlış bir eve mi girdim diye düşündüm. Sonra inanılır gibi değil ama sevgi ağacımın dalları yoktu yaprakları veranda gibi örtmüyordu balkonu. Dalları bir annenin evladını sardığı gibi özlemle kucaklamıyordu bizi. Yaprakları bütün renklere inat bir ben yeşilim demiyordu artık. Şafak sokağın kavak ağacı yerinde yoktu. Yavaşça balkondan aşağı eğildim. Aşağıda birileri baltayla parçalıyorlardı. Hızla merdivenleri indim o kocaman gövdesi tıpkı bir insan ölüsü gibi uzanmış yatıyor kökü anlatılmaz bir hüzünle gelip geçenlere “bakın beni ne hale getirdiler” der gibi beton kaldırımın içinden acıyla haykırıyordu. Anlamsız bağırmaların arasında kışlık odun bulmanın keyfini süren kadın “bize ne bağırıyorsun, belediye kesti.”Dedi. Sokaktakiler şikayet etmişler; yaprakları balkonları kirletiyormuş. Dalları pencerelerine kadar uzanmış. Pamuklanınca alerji yapıyormuş.
Sevgi ağaımın suçlarını birer birer sayıp döktüler. Bir idam mahkumuna suçlarını okur gibi kavak ağacının suçlarını okudular yerde yatan koca gövdenin karşısında. Kaldırımdaki o kocaman kökünün karşısında. O hiçbir şey söylemiyordu. Suçunu kabul etmişti. Baştan başa gri olan bir sokakta yeşil olmaya ne gerek vardı. Söylesem de kimse bir şey anlamayacaktı. Geri döndüm.
Bende çok kızdım Şafak sokağın kavak ağacına. Bütün yapraklarını bizim balkona dökseydin. Ben temizlerdim kimseye de söylemezdim. Beyaz, beyaz pamuklayınca sen, her akşam sulardım uçuşmasınlar diye, dallarını pencerelere değil gökyüzüne doğru uzatsaydın ne vardı be kavak ağacı ne vardı onun bunun penceresinde. Hepsi neyse de kavak ağacı son ağaçtı bizim mahallede… ve ben kurudallarda, ağaç sevgimle bir bütün olup yeşil umutlara daldım..Sevgiler umutları,umutların, yarınları doğuracağına inanıyordum.
Sevgilerimizi bir fidanla yeşertmek dileğimle..
|