Uzun zaman oldu kendimle baş başa kalmayalı, şöyle yüreğimle dalıp gitmeyeli kanatlanıp uçan günlerime. İliklerime kadar derin bir sessizlik alıp götürüyor beni bilinmezlere daha dün gibi derken giden dünler. Unutur giderdim kimbilir belki,vurmasa şimdi dün olan düşler.
Dalları kırılan ağacın çiçeklerine kırağı düştüğü gün, aylardan hüzündü. Sevgi yağmuru bekleyen gönlüme umarsızca esen rüzgar sabahım olduğunda sabahın gün ağartısıydıydı .Güneşin ilk ışıkları doğduğunda papatyaların saflığına,rüzgrın uysallığına ne demeli? ve biliyor musun bu sabah doğan güneşle birlikte büyük bir sevgide doğdu, ben bu sevgiyi büyütemem diye korkarım çünkü ayıptır günahtırlarla geldik bu günlere. Alışmalardan korkmamıştı altınbaşlı papatyalar, kendi başına esen rüzgardan korktuğu kadar.
Bu sabahta sana uyandım,uyanmak için uyumak gerekmez mi, dinmesi için hasretin sarılmak gerekmez mi, kim kime gelecek ya da gidecek şimdi?
Bunun imkansız olduğunu ikimizde biliyorduk,sende ben imkansızlığı sevdim, ümitsizliği asla.
Her güzelliği seninle paylaşmak güzeldi, daha birbirimizin yüzünü bile görmeden gönül gözlerimizin buluşturmasıyla böylesine bir sevgi ya birde gördüğümüzde….
“Telli turnam selam götür sevdiğimin diyarına. üzülmesin ağlamasın belki gelirim yanına” görmek gönülgözüyle, özlemek dünyagözüyle ayrı olsakta paylaştığımız gökyüzü vardı.Gökyüzü dediğin bir dilim ekmek, bal sürdük üstüne karanlığa çiçek ekerek. bölüşmeyi bir öğrenebilsek gökte bizimdir yerde.
Yanağındaki bir damla gözyaşı dudağına indiğinde ve o bir damla serinliği biriyle paylaşmak istediğinde yönünü rüzgara dön ben o rüzgardaydım.
Ya aniden gidişin, tek tek döküldü hasret, yaprak yaprak yağmur sabahı gibi hüznümün sonbaharına içimde kaldı ağlayan sesin donakaldı saklı sevdam, bildiğin benim bilemediğim neden farklı sevmendi, bir yemin belki kimbilir dimi?
Islak kaldırımlarda ışıklar sönerken gözlerimin perdeleri indi. Düşlerim senleydi gecelerce günlerin trenlerinde.Ve gece bir hüzünle yaklaşıyor bana hani üşütür ya karanlık işte öyle bir soğuk, işte öyle bir sessizlik var gecede, üstüne üstlük buz gibi bir sensizlik.Şimdi desem ki sana:Hadi tut elimi sıkıca birlikte gidelim sabaha.Yoksun,yokluğuna katlanmak yok olmakla eşdeğer,en kötüsü de dönülmezlerdesin. Seni unutmak mümkün değilken sonsuzluklardasın şimdi.
Oysa ben, evet ben unutmayı çoktan unuttum.Unutma ki ya yokluğunda yok olacak ya da seni yaşayacağım.Bilsem ki acılarım hiç dinmeyecek hep seni taşıyacağım.
Gecelere iki defa mağlup olsam da hiçbir sözüm son sözüm olmayacak sana,unutma. Unutma ki dostluklar sevdalara eştir. Tıpkı onlar gibi yüreğine çizgilenir katkat.Ancak dostluklar geleceğe taşınır, yarım kalan sevdalara inat..
Dağ başı ıssızlığına inat,
Rüzgarın avuçlarında açan kır çiçekleriydiler.
İmkânsızlığın toprağına sımsıkı tutunmuş...
Çınar ağacının umuda gülümseyen kökleriydiler.
.Ne, Mecnun’un Leyla’sı ne de Şirin’in Ferhat’ ı.
O'nlar aynı uçurumun, birbirine hiçbir zaman kavuşmayacak,
İki yakasıydı.
Suskunluğuna uzanmış hasrette, yalnızlığı yudumladılar
Sırtlarında, bir beden bol gelen hüzün gömleği. Durmadılar zamanın avuçlarında.
Masumiyetin BEYAZ sayfalarını
HİÇ KİRLETMEDİLER...
DOST’tan, bir DOST’un anısına…
|