“Hakkınızı helal edin…”
Cemaat hep bir ağızdan “helal olsun.”
“Helal edin”
“Helal olsun…”
Oysa onların bize hakkınızı helal edin demesi gerekmiyor mu?
Bizim onlarda ne hakkımız olabilir ki?
Onların bizde çok hakkı var.
Afganistan’a kimin, neyin barışını korumak için gittiler.
Barışı sağlayabildiler mi?
Amerikalılar gitti, İngilizler gitti, bize “siz kalın” dediler, kaldık.
Çünkü Nato’nun üyesiydik.
Robenson gibi ıssız adada değiliz ama Afganistan’da ne işimiz vardı?
Bir de utanmadan, sıkılmadan cenaze törenlerine katıldık, Diyanet İşleri Başkanının, “hakkınızı helal ediyor musunuz” diye 3 kez sormasına, biz de “helal olsun” diye 3 kez bağırdık…
Helal edecek hakkımız mı vardı?
Ama usulen de olsa helal ettik işte.
Vicdanımız rahatladı, yüreğimiz yumuşadı, pamuk gibi oldu.
Helal ettik ya!...
Ayni yağmurda ıslanmamıştık.
Ayni güneşte ısınmamıştık.
Bizim onlarda hiçbir hakkımız yokken, “helal olsun” diye bas bas bağırdık.
Bir de Nevruz Bayramı kutluyoruz.
Yine utanmadan yine sıkılmadan.
Sanki bayram değil savaş…
Bayram ve gaz bombası.
Bayram ve biber gazı.
Bayram ve basınçlı su.
Bayram ve uzun namlulu silahlarla, hedef gözetmeden ateş açmak.
Yahu bayram…
Nevruz Bayramı.
Bahar bayramı.
Bayram kutlamayı bile unuttuk.
Sizin bayramınız, bizim bayramımız diye ayrıştırdık.
Sonuç;
Sonuç işte meydanda.
Gözümüz yok, göremeyiz.
Kulağımız yok, duyamayız.
Aklımız yok algılayamayız.
Eeee, sonuç?
Sonuç bundan öteye gitmez.
Çünkü gerginlikten besleniyoruz.
Uzlaşmayı aklımızın köşesinden geçirmeyi bile beceremiyoruz.
Biz hep böyle miydik?
Hayır, değildik.
Kötü yönetile yönetile bu hallere düştük.
Allah sonumuzu hayreyleye…
|