Binası 1980 yılında yapılmıştı.
Bina eskiydi ama yeni bir oyun sahneye konuyordu.
Çalışmalar başlıyor.
Yönetmen bağırıyor; “başrol oyuncuları nerde?”
Başrol oyuncuları ortada yok.
Yönetmen, oyuncularının gelmediğini telaşsız ve olağanmış gibi karşılıyor,
sakin bir biçimde, “başlayın” diye sesleniyor.
Herkes birbirine bakıyor, neye başlanacak?
Ne kadar figüran varsa, kendilerine düşen rolü oynamaya başlıyorlar.
Ekranlarda, gazetelerde, kapalı kapılar arkasında, sohbet toplantılarında…
Başrol oyuncuları ortada yok.
Başrol oyuncularını alkışlayanlar, bu sefer kızıyorlar.
Başrol oyuncularının yardımcıları da orta da yok.
Daha da kızıyorlar.
Başrol oyuncularını, bir zamanlar avuçları patlayıncaya kadar alkışlayanlar taraf değiştirmişken, sahneye yüreği yaralı 104 yaşında bir kadın çıkarıyorlar.
Tüm seyirciler alkışlıyor.
Yönetmenin tansiyonu normal ama oyuncuların, figüranların, izleyicilerin tansiyonu biraz düşük.
Bir türlü de normale dönmüyor.
Haydiii sahneye bir gemi çıkarmaya çalışıyorlar, geminin kaptanı yok, süvarisi yok, tayfaları yok.
Bu gemi, bu tersaneden denize indirilebilir mi?
Bu arada yönetmenin sesi duyuluyor; “başrol oyuncularının şimdilik gelmelerine gerek yok. Onlar rollerini iyi ezberlemişlerdir. Biz işimize bakalım…”
O sırada üst makamlarda bir yerlerde, “bu tiyatroya nasıl bir teşvik verelim?” tartışması yapılıyor.
Yine tam o sırada sahnenin arkasındaki gölette 5 işçi, tersanedeki patlamada 2 işçi ölüyor.
İşçiler, sendikacılar birbirine giriyor.
Yine tam bu sırada tiyatronun kenarındaki bir köprü çöküyor, 15 kişi kayıp.
Hala kayıp…
Yine tam bu sırada komşu ülke Suriye’den bu tiyatroyu izlemeye gelen yaklaşık 25 bin kişi, tiyatro binasının çevresinde iskan ediliyor.
Bitti mi?
Biter mi?
Ve benim necip, cevval, iyimser halkım, açıkta oynayan bu tiyatroyu, sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi, sanki bir tuluat tiyatrosu izlermiş gibi ağzı bir karış açık izliyor, izliyor, izliyor…
|