Kilis’imin bağları vardı, zeytinlikleri vardı.
Çok üzüm kestik, çok zeytin topladık.
Günümüzde yok olan kavunlarını, karpuzlarını benim kuşağımdakiler çok iyi anımsar.
O dönemin ne kavunu kaldı ne de karpuzu.
Bu bağlarımıza, zeytinliklerimize ilkin mayın döşediler.
O sırada biz ortaokul öğrencileriydik.
Aklımız bir şeye ermiyordu.
Kına gibi verimli topraklar, kaçakçılığı önlemek için ölüm tarlalarına dönüştü.
Kaçakçılık durdu mu?
Durmadı.
Bu mayın tarlalarında canlar yitirildi, bacaklar, kollar, eller yitirildi.
Kaçakçılık durdu mu?
Durmadı.
Mekanize oldu.
Kamyonlarla, tırlarla yapılmaya başlandı.
Devlet, bu mayın tarlasında yiten canlara, kollara, bacaklara göz yumduğu gibi, mekanize kaçakçılığa da göz yumdu.
Bu konuda yerel yöneticiler görevden alındı, yargılandı, aklandı, emekli oldu.
Kaçakçılık bitti mi?
Bitmedi.
Derken Türkiye Suriye arasındaki vize uygulaması kalktı.
Kaçakçılık ticarete dönüştürüldü, yasallaştı.
Tam bu sırada 13 bin kilometre uzaktan gelen bir kumanda, Suriye ile aramızın bozulmasına neden oldu.
Vizeler mülga…
Karşılıklı olarak büyükelçiler çekildi.
Şimdi o kına gibi verimli topraklarda yine kan ve gözyaşı var.
1952 yılından bu yana ekemedik, biçemedik ama kan kokusunu da önleyemedik.
Bugün o kına gibi verimli toprakları, Suriyeli sığınmacılara açtık.
Onlara geçici konutlar kurduk.
10 bine yakın Suriyeliyi bu konutlara yerleştirdik.
Bitti mi?
Bitmedi.
Bu kez karşılıklı silahlar atılmaya başlandı.
Kimin, kimlerin dümen suyuna girdiysek, o ortalığı karıştırmaya başladı.
Ateş çemberindeyiz.
Bu ateş çemberini yarmak bir yana, ateşin üstüne körükle gidiyoruz.
Dostu düşman, düşmanı dost görmeye başladık.
Kim dost, kim düşman belli değil.
Allah bize bir bela vermek üzere diye düşünüyorum ama dilerim yanılıyorum…
|