Bugün size şehit haberlerimizin klasik ayrıntılarından söz edeceğim.
Baba ocağından feryatlar yükseldi.
Bir hafta önce nişanlanmıştı.
Son telefon görüşmesinde babasından helallik istemiş.
Bir ay önce doğan bebeğini göremedi.
Babası beni de askere alın diye haykırdı.
6 ay önce evlenmişti, eşi hamileydi.
Annesi ağlamayacağım dedi ama kendini tutamadı.
Ablası asker selamıyla uğurladı.
8 aylık bebeği, babasının cenazesine el salladı.
Şehidin evinden Kürtçe ağıtlar yükseldi.
Nişanlısı baygınlık geçirdi.
Şehidin mahallesi bayraklarla donatıldı.
Terhis olmasına 35 gün kalmıştı.
Böyle haberleri magazin haberi gibi 30 yıldır okuyoruz.
Hem de içimiz burkularak, tüylerimiz diken diken olarak.
Ne yapıyoruz?
İşte o belli değil.
Kanları yerde kalmayacaktır diyoruz.
Şehitler ölmez vatan bölünmez diye bağırıyoruz.
Ölenlere Allah’tan rahmet yakınlarına başsağlığı diliyoruz.
Ve herkesi onulmaz acılarıyla baş başa bırakıp işimize bakıyoruz.
Hem de 30 yıldan bu yana…
10 Kasımda Atatürk’ü anma törenleri sırasında yurtdışında olan başbakan, daha önce dillendirdiği “idam” konusuna, gittiği ülkede de değindi ve “yeri geldiği zaman bir haklılık sebebi var” diye idamın tartışılabileceğini söyledi.
Buyurun tartışın bakalım.
Gündem yine değiştirildi.
10 Kasım Atatürk’ü anma törenleri başlayacağı günün sabahında, bir askeri helikopterimiz düştü ve 17 asker şehit oldu.
Söylem değişmeden yine “terennüm” edilecek;
“Ölenlere Allah’tan rahmet yakınlarına başsağlığı diliyoruz…”
Şehitler törenle gömülecek ve haklar helal edilecek.
Ötesi…
Bu kadar.
Bir komşu ülkede vuran da vurulan da tekbir getirirken ve benim yüce meclisimde “kutup ayısı” konusu işlenirken, Amerika başkanını seçti.
Şimdi güney sınırımızda yaşanan vahşete Amerika’nın nasıl bakacağını beklemedeyiz.
Başka ne yapabiliriz?...
|