Bayramlar sevinç günleridir, coşku günleridir.
Hele de düşman işgalinden diş tırnak kurtuluşun bayramları.
Çocukluk ve gençlik yıllarımızda, bu kurtuluş bayramlarını coşkuyla kutlardık.
İlkokul dönemlerimizde kimimiz “çete” olurduk, kimimiz işgalci asker.
Bizim yörede kurtuluş savaşına katılan sivil halka “çete” denirdi.
Ben hep çete olurdum.
Çete giysileriyle fotoğraflarım bile var.
Her meslekten esnaf da katılırdı kutlamalara.
Sebzeciler, töreni izlemeye gelenlere sebze atarlardı.
Bakırcılar, küçük bakır taslar, sahanlar atarlardı.
Demirciler, bir örs bir çekiç, demir döverek geçerlerdi protokole ait tribünün önünden.
Tüm dükkanlar, işyerleri, resmi daireler, caddeler, sokaklar bayraklarla donatılırdı.
İlkokul çocuklarının tümünü ellerinde kağıttan yapılmış küçük bayraklar sallanırdı.
Bayram olduğunu bilirdik.
Çünkü her taraf bayramdı kurtuluş günlerinde.
25 Aralık günü saat 8.30 da evden çıktım, 10.30 a kadar Gaziantep’i dolaştım.
25 Aralık, Gaziantep’in düşman işgalinden kurtuluşunun 91. yılıydı ve kutlamalar yapılacaktı.
Büyük kavşaklarda, birkaç resmi binada, belediyelerde ve birkaç dükkanda bayrak görebildim.
Ha bir de kent içi taşımacılık yapan otobüslerin önüne bayrak asmışlardı.
Üzülerek belirtmeliyim ki 10 dükkandan 8 tanesinde bayrak asılmamıştı.
25 Aralık günü Gaziantep’te coşkuyu aradım, bulamadım.
Sevinci aradım, bulamadım.
Bayramı aradım, bulamadım…
İşte bundan dolayıdır ki eski kurtuluş bayramları geldi aklıma.
Çocuğuyla, genciyle, kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla nasıl kutladığımız, nasıl eylendiğimiz geldi aklıma.
25 Aralık günü aynı coşkuyu aynı sevinci aynı bayramı görememek, hüzünlendirdi beni.
İçim kabardı, gözlerim doldu.
Duyarsızlık mı desem, unutkanlık mı desem, vurdumduymazlık mı desem adını koyamadım.
Bunun da adını siz koyuverin zahmet olmazsa…
|