Futbol dibe vurmuş.
Politika dibe vurmuş.
Yargı, savunma, dolayısıyla adalet dibe vurmuş.
Gazetecilik dibe vurmuş.
Dostluk, vefa, güven, onur, erdem dibe vurmuş.
Zeka, beceri, ustalık dibe vurmuş.
Bilim, dolayısıyla akademik kurumlar dibe vurmuş.
Daha çok sayabilirim ama burada keseyim.
Dibe vurmayan ve hep alkışlanan bir özellik var;
Latincede “ego” Türkçede “ben” diye tanımlanan özellik.
Dibe vurmayan tek gerçek, “ben, ben, ben…”
“Ben olmazsam hiçbir şey olmaz.”
“Ben ne yaparsam doğrudur.”
“Ben ne dersem yapılmalıdır.”
“Ben yaparım.”
“Benim doğrum.”
Ve yine “ben, ben, ben…”
Bir zamanların “baba” politikacısıyla özdeşleşmiş bir söylem vardı;
“Benim memurum, benim köylüm, benim işçim, benim, benim benim…”
Çeşitli zamanlarda 6 kere gitti 7 kere geldi ama bu “ben” ve “benim” hastalığından kurtulamadı.
Şimdilerde de yeniden gelişen “ben” ve “benim” hastalığına karşı çıkmakla meşgul oluyor.
Kim ya da kimler, ne kadar “ben” ve “benim” diye Kaf Dağında, başları bulutlarda gezseler de biraz geçmişten örnek alma duygularını yitirdiklerini düşünüyorum.
Eğer, Yunus’un dediği gibi “Beni bende demen, bende değilem / bir ben vardır bende benden içeru” anlayışından hareket ediyorlarsa, o da başka bir “ben” lik değil midir?
Ülkenin günlük güneşlik olduğunu, herkesin halinden memnun bulunduğunu, bizim memnuniyetimizin dışında, kargaşa yaşanan komşu ülke Suriye’den gelen sığınmacıları bile memnun etmeye çalıştığımızı, gözleri var ama görmezler, yaşanan coşkuyu kulakları var ama duymazlar konumundaki münafıklar da olmasa.
İşte ortalığı karıştıranlar bu münafıklar değil midir?
Bir de bu münafıklıklar dibe vursa…
|