Düşündüm taşındım, bu cennet ülkeye bahar nasıl ve ne zaman gelir diye bir beyin fırtınasına girdim.
Hak verirsiniz ya da vermezsiniz, ben yine de anlatmaya çalışayım;
Adalet mülkün temelidir ilkesine herkesin inandığında.
Hukukun üstünlüğü sözü, tam yerine oturup hukuka herkesin güvendiğinde.
Politikacının ve herkesin, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini içine sindirdiğinde.
Dinin, dinsel sözcüklerin politika aracı olarak kullanılmadığında.
Zarar göreceğini bilse de politikacının doğruları söylediğinde.
Yalanın, talanın, hırsızlığın, yolsuzluğun, yoksulluğun, rüşvetin yaşanmadığı bir iklime girildiğinde.
İktidarda kim olursa olsun, muhalefette kim olursa olsun, ülke yönetiminde, ülke çıkarları ve yararları için kol kola girildiğinde.
Hukukun, tabandan tavana herkese eşit işlediği bir döneme girildiğinde.
Üretmeden tüketmenin ayıplandığı gün geldiğinde.
Gazetecinin, haber değeri olan bir olaya, hiçbir kaygı duymadan gazeteci gözlüğü ile baktığında.
Ağzı olanın konuşmadığında.
Bilenle bilmeyenin ayırt edildiğinde.
Eğitimin, sağlığın, sosyal güvenliğin herkesi kapsayacak biçimde yeniden yapılandırıldığında.
Seçim Yasasının, Siyasal Partiler Yasasının kökten değiştirildiğinde.
Darmaduman edilen polisin, düşünüp kendine geldiğinde.
İktidarların, kendileri gibi düşünmeyenlere tahammül ettiğinde.
Suç ve cezanın dengeye oturtulduğunda.
Kamu hizmeti veren belediyelerin, inşaat firması konumundan çıktığında ve parkomat uygulamalarıyla kent yaşamına ticari bakmadığında.
Daha sürdüreyim mi?
Yok, burada keseyim.
Yazmadan geçemeyeceğim bir konu daha var.
Onu da yazmazsam çatlarım.
Çeşitli törenlerde, açılışlarda, toplantılarda konuşmasına “kıymetli misafirler, değerli konuklar” diye başlayan Türkçe züğürtlerinin soyu tükendiğinde.
İşte o zaman bu cennet ülkeye bahar gelebilir.
Bakın, hala kuşkuluyum ve “gelir” diyemiyorum,“gelebilir” diyorum.
Bilmem anlatabildim mi?
Burada kesmeliyim.
Zira zülf – ü yare dokunacağız.
Sanki dokunmadık da…
|