Uzunca bir zamandır göremediğim eski bir arkadaşımla karşılaştık.
Hal – hatır sorduktan sonra, “yazılarını okuyorum, her gün bunca konuyu nereden buluyorsun bilmiyorum ama hep geneli yazıyorsun” dedi.
Yazılarımı her gün okumadığını, arada bir okuduğunu, dilinin altında bir şeyler olduğunu anladım.
“Neleri yazmam gerekiyor” diye sordum.
“Gaziantep gibi bir kentte AKP ikinci dönem yine tüm belediyeleri aldı. Bunun nedenini araştırıp yazsana” dedi.
Beni okumadığına iyice inandım.
“Ben siyaset bilimci değilim” dedim, “bu söylediğin konuyu araştırmak bilim adamlarının işi. Ben içinde yaşadığım zamanı yazarım, bu zamandan
tarihe not düşerim. Bu yerelden de olur genelden de.”
“Hı” dedi, anlatmaya çalıştım; “yerel, genel, evrensel… Sen yereli yazmamı istiyorsun. Yerel çamur içinde bocaladığının farkında değil. Bunu da yazıyorum ama senin dikkatinden kaçmış olacak.
Geneli yazdığımı söylüyorsun. Yerelden genele diye bir kural var. Çağımızda yerel genel birbirinin aynı değil mi?
Evrensele gelince; dünyaya sahip olmak isteyenler, tam bir iktidar hırsı ile savaş içinde.
Kimin kim olduğu belli iken, herkes kimin kim olduğunu araştırıyor.”
Eski arkadaşımın kafası karıştı.
“Ne diyorsun sen?” diye sordu.
“Yok” dedim, “ben bir şey demiyorum ama sen, yereli yazmıyorsun, genelden söz ediyorsun diye yaramı deştin, kafamı bozdun. Ben de sana son durumun tahlilini yapmaya çalıştım” dedim.
“Ne tahlili?” diye sordu.
“Soygun tahlili” dedim ve sürdürdüm; “fuhuş tahlili, gasp tahlili, banka, PTT soygunları tahlili, aç, işsiz, yoksul tahlili, tok, nemelazımcı, rabbena hep banacı tahlili, her şeyin para olması tahlili.
Sayayım mı daha?”
“Ya politik tahlil?” diye sordu.
“Hah işte, onun için sana göre geneli yazıyorum ya” dedim. “Geneli yazmasam, sen şimdi benden politik tahlil istemezdin…”
Biraz kızar gibi oldu, eski dostluğumuza dayanarak olsa gerek, “sen kafayı yemişsin, elinden geleni ardına koma, bildiğini yaz” diye yürüyüp giderken ardından seslendim, “ben de öyle yapıyorum zaten ama anlatamıyorum. Baksana, sana bile anlatamadım” dedim keyifle…
Bu keyif, yalancının mumunu söndürme keyfiydi…
Ne demek istediğimi anladı mı anlamadı mı bilemiyorum ama yürüyüp gitti.
Ben de eski bir arkadaşa rastlamanın, onun yalanını zarif bir biçimde yüzüne vurmanın keyfi ile aklıma gelen ilk türküyü mırıldanarak yürüdüm;
“Su gelir akmayınan
Bendini yıkmayınan
Çirkin güzel mi olur?
Sar’altın takmayınan…”
|