Kamerî takvime göre yılın ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü âşûrâ günüdür. Tarih boyunca birçok önemli olaylara sahne olan ve Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından fazileti bildirilen bu gün, asr-ı saadetten bu yana Müslümanların ibadet, ta’at ve çeşitli iyiliklerle değerlendirmeye özen gösterdikleri mübarek bir gündür.
Halk arasında “aşure günü” diye bilinen hattâ bazı dinî yayınlarda bile böyle îfâde edilen bu gün, alışılageldiği gibi (aşure günü) değil, islâmî kaynaklarda belirtildiği üzere âşûrâ günüdür. Efendim öyle veya böyle aşure ile âşûrâ arasında ne fark vardır? demeyelim. İlki, ülkemizdeki aşure tatlısının ön plana çıkarıldığı ve hayır yapmak için hazırlanıp aile bireyleri ile konu komşuya, akrabaya ve arkadaşlara ikram edilen tatlının hatırlandığı günü, ikincisi de tarih boyunca birçok hadiselere sahne ve dinî hayatta değeri olup önemli bir zaman dilimi olan ibadet ve ta’atla geçirilen mübarek bir günü îfâde eder.
Bu anlamı ile anılan ve anlatılan “âşûrâ günü” bu yıl 30 Eylül 2017 Cumartesi gününe tevafuk etmektedir.
Bugüne “âşûrâ” denmesinin sebebi, hicrî ayların ilk ayı olan muharrem ayının onuncu gününe denk gelmesidir.
Kaynaklarımıza baktığımızda Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Medine’ye geldiğinde Yahudilerin âşûrâ gününde oruç tuttuklarını görünce onlara sebebini sorar. Onlar: “Bu büyük bir gündür. Allah o günde Musa’yı ve kavmini kurtardı, Firavun’u ve kavmini ise helâk etti. Musa da bir şükür olarak o gün oruç tuttu. Bizler de onun için oruç tutuyoruz” derler.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.): “Biz, Musa’ya sizden daha ziyade haklı ve yakınız” buyurur ve hem kendisi âşûrâ gününde oruç tutar, hem de tutulmasını emreder.”
Ramazan orucu farz kılındıktan sonra ise: “Şüphesiz ki âşûrâ, Allah’ın günlerinden bir gündür. Artık, isteyen o gün oruç tutar, isteyen de o gün oruç tutmaz.” buyurarak bu konuda Müslümanları serbest bırakır. Başta sahâbîler olmak üzere günümüze kadar müminler, Efendimiz (s.a.v.)’in teşvikleri doğrultusunda özellikle bu günü oruçlu geçirmişlerdir. Nitekim başka bir hadîs-i şerîflerinde Peygamberimiz (s.a.v.) Ramazan orucundan başka en fazîletli orucun muharrem ayında tutulan oruç olduğunu söylemiştir.
Bu arada Yahudileri taklid etmemek için müminleri uyarmış ve sadece âşûrâ günü değil, Muharrem’in 9., 10. ve 11. günlerinde oruç tutmalarını tavsiye etmiştir.
Efendimiz (s.a.v.)’den önceki dönemlerde yine bu ayda meydana geldiğine inanılan bir takım tarihî olaylar vardır. Mesela Hz. Adem’in tövbesinin kabul edilmesi, Hz. Nuh’un gemisinin Cudi Dağı’na oturması, Hz. İbrahim’in atıldığı ateşten kurtulması, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın doğumları, Hz. Yunus’un balığın karnından çıkarılması bunlardan bazılarıdır.
Bütün bu hâdiselerle birlikte yine aynı gün, o günden bu güne bütün müminlerin yüreğini dağlayan, gözlerini yaşartan acıklı bir hâdise vardır ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in torunu Hz. Hüseyin (r.a.) ve çoğu ehl-i beyt mensubu yetmişten fazla güzîde insan bir takım siyasî ihtiraslar uğruna Kerbelâ’da şehit edilmiştir.
Bu hâdise bütün Müslümanların asırlardır dinmeyen ortak acısı olmuştur. Kerbelâ’da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin (r.a.) ve yakınları, haksızlık karşısındaki duruşları ve onurlu mücadeleleri, onların bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmalarına sebep olmuştur. Onlara bu zulmü yapanlar ise insanlığın ortak vicdanında mahkûm edilmiştir. Aslında Kerbelâ, her türlü fitneye karşı uyanık olma, her çeşit fesâda karşı diri olma ruhudur. İşte tam bu noktada Kerbelâ öncesinde yaşanan gelişmeler çok iyi okunmalı, tarihin bir kere daha tekerrür etmesine fırsat verilmemelidir. Geçmişi yargılamayı Rabbimize bırakarak, bu hâdiseden günümüze dersler çıkarılmalıdır. Fitnelere karşı olabildiğine uyanık olunmalı, makam-mansıp hırsının, kin, nefret ve öfkenin insana ne türlü kötü işler yaptırabileceği bir kere daha düşünülmelidir.
Ne garip bir tecellîdir ki, bazı peygamberlerin maruz kaldıkları musîbetlerden kurtulduğu bir gün olması itibariyle Allah’a şükür için oruç tutup iyilikleri arttırarak sevinç tezâhüründe bulunduğumuz bu gün, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sevgili torunu ve cennet gençlerinin efendisi olan Hz. Hüseyin (r.a.) ile bazı yakınlarının Kerbela’da şehit edildikleri gün olması itibariyle de üzülüyoruz. Dolayısıyla aynı günde sevinç ve üzüntüyü bir arada yaşıyoruz. Yani sevinçle üzüntünün iç içe olduğu bir gündeyiz.
Hicrî takvime göre 1378 yıl önce böyle bir 10 Muharrem (âşûrâ) gününde Hz. Hüseyin (r.a.) ile yetmişi aşkın yakınını öldüren Yezid ordusu, âşûrâ gününe ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in torununa saygı göstermeyip, böyle mübârek bir günde, böyle büyük bir cinâyet işleyerek, ehl-i beyt muhibbi Müslümanların gönüllerinde günümüze kadar kapanmayan büyük bir yara açtılar. Günümüzde Müslüman kanı akıtan Yezidler de benzeri katliamlarda bulunmaktadırlar. Dolayısıyla bugün üzüntümüz sevincimize gâlip gelmektedir.
Bu mübârek günde yüce Rabbimizden bizleri ve tüm İslam dünyasını, yaşadığımız üzüntüden kurtarıp asr-ı saadetteki gibi yeniden sevinç ve saadet ortamına kavuşturmasını niyaz ediyoruz.
Müslümanların mutluluk günlerinden biri olan âşûrâ gününde üzülmelerine yol açacak hiçbir hâdisenin meydana gelmemesini, dünyanın dört bir yanındaki tüm Müslümanların akıllarını başlarına alıp birbirine kurşun atma cinnetinden kurtulup, bu güzel günü özlenen huzur havasının esmesine başlangıç edinme basîretini göstermelerini diliyoruz.
Buğday, bakla, nohut, fasulye, kayısı, üzüm, ceviz, fındık, fıstık, merengiç gibi farklı cins ve tattan gıda maddelerinin bir araya getirilip kaynatılmasıyla imrenilen ve iç açan leziz bir tatlı meydana getirildiği gibi, toplumdaki farklı görüş ve düşüncedeki insanların uyum ve ahenk içinde bir arada buluşup kaynaşmalarıyla huzurlu ve mutlu bir toplum oluşturulabilir. Kimse kimseye tahakküm etmeye, tepeden bakmaya ve kendini başkalarından üstün görmeye tevessül etmez.
Bilgili ve becerikli bir şefin yönetimindeki çok sesli orkestranın çıkardığı ses gibi dinlemeye doyamayacağınız musikî nağmeler duyarsınız. Her biri kendi sesini çıkarır, başkasına başkaldırmaz.
Bunun gibi herkesin kendi işini yapıp, başkalarına burun bükmeyen, yekdiğeri ile yardımlaşma ve dayanışma içinde olan bireylerden oluşan dost ve kardeş insanların tek yürek ve tek bilek hâline gelmeleri de, iştahla yenilen aşure tatlısının ve zevkle dinlenen orkestranın verdiği haz, huzur ve neşeyi verir.
Ancak bu tatlıyı yapacak usta bir aşçı ve bu orkestrayı yönetecek becerikli bir şef olması gerekir. Bu usta aşçı ile yetenekli şef bugün mevcuttur. İnşaallah yakın bir gelecekte ikram edilecek bu aşureyi tadar ve bu orkestrayı birlikte dinleriz.
Mevlâ-yı Müte’âl Hazretlerinden, Âşûrâ gününde kurtarılan nebîlerle diğer Hak dostlarına ihsân edilen ilahî inâyetin bizlere de lütfedilmesini niyaz ediyor, yüce milletimize umulan o güzel günleri göstermesini diliyor, bu duygu ve düşüncelerle Âşûrâ gününüzü gönülden kutluyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
***
ON MUHARREM ÂŞÛRÂ
On Muharrem Âşûrâ,
Durma dostum gel bura.
Atmadan yazı tura,
Katıl bu nurlu tura.
Nebîleri kurtaran,
Kârûn’a korku saran,
Nemrud’un burnun kıran,
Allah’tır, O’na dayan.
Nuh Nebî’yi tufandan,
Lût Nebî’yi tuğyandan,
Yakub’u âh figandan,
Kurtaran Hakk’a dayan.
İbrahim’i ateşten,
İsmail’i güneşten,
Neslini kurttan kuştan,
Koruyan güce dayan.
Bin üç yüz yetmiş altı
Yıl önce, Yezit azdı.
Ehl-i beyti öldürttü.
Onlara kabir kazdı.
Bugün bizler buruğuz.
Duyarlıyız, duruğuz.
Kerbelâ’nın hüznünü,
Yaşıyoruz, vuruğuz.
Bıraktık gel gitleri.
Yâd ettik yiğitleri.
Allah’ın arslanları,
Kerbelâ şehitleri.
Yereriz Yezidleri.
Severiz şehitleri.
Başımızın tacıdır,
Kerbelâ şehitleri.
Kalleş terör itleri,
Katletti yiğitleri.
Biz aslâ unutmayız,
Kahraman şehitleri.
23.10.2015
Dr. İbrahim ATEŞ
|