Hani bir zamanlar Ali Rıza Binboğa’nın söylediği bir şarkı vardı. İlk öğretmen şarkısı. “Öğretmen öğretir A, B, C” nakaratlı bu şarkıyı kim hayranlıkla izleyip dinlemezdi ki. Eskiden hangi çocuğa “büyüyünce ne olacaksın?” diye sorsanız aldığınız yanıt “öğretmen” olurdu. Özellikle kız çocuklarının yanıtı. Her ne kadar doktorluk, mühendislik kız annelerinin damat adaylarında görmek istedikleri meslek olsa da öğretmen deyince insanların ceketlerinin düğmelerini ilikleyesi gelirdi. Saygın bir meslek olduğu şüphesizdi. Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanını kaç kez okuduğumdan mı, yoksa ailemin huyunu suyunu bildiğimden midir nedir küçüklük sevdam olan öğretmenliğin okulunu kazandığım halde bir çekince duydum. Tabii şimdi başıma taşlara vuruyorum o başka.
Sen tut evine üç durak uzaklıktaki üniversitenin İngilizce öğretmenliğini kazan ama tercihini iki saat uzaklıktaki gazetecilik eğitimi alacağın üniversiteden yana yap. Yani öğretmen olamadığıma mı yanayım, İngilizce öğrenemediğime mi?
Çocuklarım küçükken sınıf öğretmenlerine gönüllü yardım ederek tatmin ettiğim bu arzum, yıllar geçip onlar büyüyünce öksüz çocuk gibi bir kenarda kaldı. Bitmez bu yangın… Her 24 kasımda yüreğimdeki bir kürek kor, küllerin arasından canlanıp yakıverir onu.
Neymiş efendim, öğretmen olup tayinim çıkınca ailem uzaklara yollamazmış beni. O zamanlar dar bir çevrenin kızı olarak öyle düşünmem normaldi aslında. Belki de gerçekten öyle olacaktı. Şimdilerde ise biliyorsunuz öğretmenlerin durumunu. Neredeyse atama için kurban adayacak durumdalar. Çıksın da neresi çıkarsa çıksın diye düşündüklerini atamayı ekranda görür görmez telefona sarılıp canhıraş bir şekilde ailelerine haber verdiklerinden anlıyoruz. İşte o zaman da benim yüreğim şöyle bir cız ediyor biliyor musunuz?
Benim kadar çocuk seven biri… Neyse ki hangi ortama girsem beni hep öğretmen zannettiler. Allah mesleğin tipini vermiş ben eğitimini alamadım işte. Belki de kaldıramazdım o zorlu mesleği diye kendimi avuttuğum çok olur. Hala öğretmenlerin soba yaktığı okullar yok mu? Hatta okulsuz köyler. Ya da okulu kundaklanan köyler. Hala öğretmenler gazeteleri, ahbaplarını aracı ederek okulları için araç-gereç, öğrencileri için defter-kitap- giyim kuşam istemiyorlar mı? Hala dünyanın öküzün boynuzunda olduğunu sanan köylümüz yok mu? İnanmam demeyin. Şehirlerdeki sokak röportajlarında güncel konular hakkında bile gençlerin verdiği yanıtlar bizi güldürürken ağlatmıyor mu? Gerisi…
Öğretmenin çilesi bitmez. Kaç öğretmen şehit edildi… Koştular bir hevesle. Onlar için bir kelime bile öğretmek insanlara yararlı olmaktı. N’oldu gencecik kızlar, delikanlılar? Mesleklerinin ilk yıllarında kim vurduya gittiler. Sırası geldi öğretmenler okutacak öğrenci bulamadı. Köy yerindeki işlere göre öğrenciler okula gelebildi. Hatta başka illerdeki geçici işlere göre ayarlandı okula devamları bazı çocukların. O yetmedi kız çocukların her zamanki çilesi olan ikinci plana atılmaları başlarına bela oldu öğretmenlerin. Kapı kapı dolaştılar ikna etmek için aileleri. Özellikle babaları. Kardelenler bir ara kar tabakasını açıp çiçek vermeye başlamışlardı. Şimdilerde kar tabakası gittikçe kalınlaşıyor farkındasınız değil mi?
Ben burada öğretmenin aldığı maaşı konu yapmaktan utanırım. Çünkü o maaşı o yüce gönüller öyle bir bastırır ki lafı bile olmaz. Ama yine de yaşamak için lazım olan şeydir para. Kaç kez öğretmenin cebinden çıkmıştır okulun araç gerecinin veya bir öğrencisinin ihtiyacının karşılığı. Gündüz ders verirler. Geceleri, tatillerde yapabileceği ek işlerle uğraşır dururlar öğretmenler. Ne yaparsınız ki fıtrat denen şey onların mesleğini de sarıp sarmalamıştır bizim memlekette.
İç kararttım yine…
İyisi mi biz Ali Rıza Binboğa’ya tekrar kulak verelim.
Öğretmen öğretir A, B, C
Yine de dilim durmaz devam ederim içimden içimden.
Öğretmen öğretir A, B, C…
Öğretmen çeker Ç İ L E…
Tamam, tamam Ali Rıza Binboğa’ya eşlik ederek diğer parçasını söylüyoruz:
Gür bir sesle. Hadi hep birlikte!
YARINLAR BİZİM…
|