Üçüncü sınıftayım. 23 Nisan yaklaşıyor. Okulda bir telaş. Daha çok yavrukurt olunurdu biz küçükken. Bayılırdım o kıyafetlere. Ernesto Che Guevara model kahverengi bere, yakanın altından bağlanıp göğsümüze kadar inan fular, kemer, güzelce düğümlenmiş ip. Diğer ufak tefek aksesuarlar. Örneğin fuların iki ucunun içine sokulduğu aksesuar, minik yıldızlar falan.
Ne kadar çekerdi o giysiler beni. Bu yazıyı yazarken bakayım dedim üzerinden yarım asır geçmiş. Unuttuğum var mı? Eklenen var mı? Açtığım sayfada şu yazıyordu: Yeni yönetmeliğe göre düzenlenmiş izci kıyafetleri. Anladım onlar da “kim vurduya” gitmişler. Baktım ki etekler topuk hizasında değil hiç olmazsa. Devlet dairelerine kadar giren tesettür de henüz oraya kadar uzanamamış.
O yılıma dönecek olursam:“Kimler izci olmak istiyor?” diye sordu öğretmenimiz. “Ben,” diye atladım tabii. Resmigeçide de gidecekmişiz. Yaşasın! O güzelim selamı vereceğim yavrukurt olunca diye zıp zıp zıplıyorum sevinçten. Baş ve küçük parmaklarımızı avucumuzun içinde birleştirip üç parmağımızı bitiştirerek verilir ya o selam. Bende deneme üstüne deneme. Eve koşarak gidiyorum.
Okulla ev arası uzak. Şimdiki durak sayısına göre dört durak falan. Her gün o yolu hızlı adımlarımla giderken bir yandan da gelen araçlarla yarış yapar örneğin bir ağacı kendime hedef alıp şu ağaca kadar bana yetişemez diye adımlarımı daha sıklaştırırdım seçtiğim arabaya inat. Şimdi de öyle oyunlar yaparım yollarda.
Anneme konuyu pür telaş anlattığımda yüzü asıldı birden. “Kim bilir kaç paradır?” dedi. Hiç düşünmemiştim bunu. Velilerinize neden söyleyin demişti öğretmeniz o zaman anladım.
Akşam babama açıldı konu. Olmazmış… Küstüm. Hem de çok. Bütün gece ağladım. Kahvaltı da yapmadım sabah. Okula gittiğimde öğretmenimle göz göze gelmekten hep kaçındım. Bir de baktım teneffüste öğretmenim annemle konuşuyor. Beni görünce hemen yanına çağırdı ve anneme “Böyle bir öğrenciye yavrukurt kıyafeti alınmaz mı?” demesin mi. Havalardaydım. Annem de öyle tabii. O sırada parayı falan unutmuş; kasım kasımdı..
Alındı yavrukurt kıyafetim. Günlerce seyrettim. Kız kardeşim aksesuarlarla oynamak falan istedi ama verir miyim hiç. Okulun bahçesinde resmigeçit provaları yaptık. Tabii o siyah önlüklerle. İlk kez 23 Nisan’da giyecektim yavrukurt giysimi ama evde kaç kez giydiğimi hatırlamıyorum. Beresinin lastiği o zamanlar ilkokul birinci sınıfa giden kardeşimin elinden çekiştirirken koptuğunda dünya başıma yıkıldı sanmıştım. Neyse annem tamir etti onu.
23 Nisan sabahı geldi. Anneannem ve kardeşimle kaldığım oda iyice serinlemişti. Dışarıdan cama hızla vuran yağmur damlaları sanki yüreğimi deliyordu. Annem “Bugün hiçbir yere gidilmez,” dedi. “Resmigeçit falan olmaz bu havada,”. “Olur, olacak!” dedim. Hemen giydim yavrukurt kıyafetimi. Annem çıkarttırdı zorla. Altına bir kazak giydirdi. Boğazlı üstelik. Sarı sarı göründü yavrukurt kıyafetimin altından. Yapacak bir şey yoktu. Okula gittiğimizde kocaman bir otobüs bizi bekliyordu. Bindik, indik. Tekrar bindik. Otobüsün camlarının buğulanması gözlerimin buğulanması yanında hiç kalıyordu. Yağmurun kesileceği yokmuş. Resmigeçit iptal edilmiş. Son defa indik otobüsten. Kalbim kırık. Üzüntülüden öteydi halim. En son hatırladığım kare otobüs koltuğundan dışarıya ümitsizce bakışımdı.
Bu hüsrana uğradığım ilk seneydi. Sonraki sene yine aynı olaylar oldu. Daha sonraki seneyi bekledim heyecanla. Bu sene yağmazdı artık yağmur değil mi? İlkokul bitiyordu artık. Ama
yavrukurt kıyafetim bana küsmüştü bu kez. Olmuyordu işte. Küçülmüştü. Üzüldüm mü? Şerbetlenmiştim artık. Üzüldüm sadece, kahrolmadım.
Ne zamana kadar… O sene o yavrukurt kıyafetimi kardeşim giyinceye kadar. Salına salına resmigeçitte yürüyünceye kadar. O izci selamını verinceye kadar. Hatta benim çektiremediğim fotoğrafı çektirene kadar…
Annem her seferinde “Kısmet işte,” dedi. Ama ben unutmadım bu kısmeti. Zaten albümdeki sırıtarak yürüyen yavrukurt kıyafetli kardeşimin fotoğrafı da unutmama fırsat vermiyor hiç.
Ceyda Sevgi Ünal
|