Gün geçmiyor ki cinayet haberi okumayalım. Hem de birkaç tane. Gazetelerin üçüncü sayfalarına bakmak için önce derin bir nefes almak gerekiyor. Özellikle kadınlara yönelik şiddetin boyutları öyle arttı ki. Düşünün; 2019 yılının sadece Ağustos ayında 49 kadın cinayete kurban gitti. Üstelik bazıları çocuklarının gözünün önünde öldürüldü.
Yaşam hakkının kutsallığından hareketle farkında olmayı yaratmayı görev bilen Umut Vakfı, yıllardır sürdürdüğü bireysel silahsızlanma mücadelesine bu yıl da destek amaçlı “Kadın, şiddet, cinayet ve Bireysel Silahsızlanma” başlığı altında açtığı karikatür yarışması ile devam etti. Bu kapsamda, Taksim Meydanı’nda yapılması yasaklanan Sessiz Ayakkabılar Yürüyüşü Etkinliği 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü kapalı bir alanda yapılmak zorunda kaldı.
Oradaydım. Evlatlarını kurşunlara kurban etmiş aile bireyleri de ellerinde onların ayakkabıları ile oradaydı. Yere kırmızı bir halı serilmişti. Sessizce bıraktılar o ayakkabıları kırmızı halının üstüne. Kiminin çocuğunun ayakkabısıydı, kiminin yakın akrabasının. Biz de elimizdeki görünüşü güzel ama anlamı hep ağır olan kırmızı karanfiller bıraktık büyüklü küçüklü o sessiz ama haykıran ayakkabıların üstlerine, yanlarına.
Halk arasında “kaza kurşunu” diye bir söz vardır. Bence bu iki sözcüğün yan yana durması imkânsız. Çünkü oradaki kaza denilen kavram, aslında aldırmazlıktır, aslından akılsızlıktır, aslında insan olamamanın göstergesidir. Yoksa bir düğünde bir davetli nasıl vurulabilir? Yolda giden bir insan bir maganda kurşunu ile yaşamını nasıl kaybedebilir? Yahut okulundan dönen bir üniversiteli karşısındaki istediği parayı vermediği diye hayatının baharına elveda demek zorunda nasıl kalabilir? Boşanmak isteyen, ya da sevmediği biri tarafından zorlanan bir kadının canına nasıl kıyılabilir? Parkta oynayan bir çocuk, başına saplanan bir kurşunla yaşamdan nasıl koparılabilir? Babasının silahını alıp kurcalayan ağabeyin kurşunu kardeşini nasıl vurulabilir?
O sessiz ayakkabıların sahipleri, herkesin kolayca ulaşabildiği hatta internetten bile sipariş verilerek alınan silahlarla vuruldular. Yoksa onlar da şimdi aramızda olacak, normal yaşamlarını sürdüreceklerdi. Geleceklerine umutla bakabileceklerdi. Ama yok; sadece bir vakfın yüklendiği bu bireysel silahsızlanma misyonu ile bugüne dek yol alınsa da hem iktidar hem vatandaş konuya gerekli ilgiyi göstermedikçe her gün üçüncü sayfaları okuyup sadece “ah, vah!”larla daha çok geçiririz ömrümüzü. Kimse benim başıma böyle bir şey gelmez diyemez bu koşullarda. Helalleşip evden öyle çıkacak hale geldik. O ayakkabıların sahipleri de başlarına böyle ölümcül bir durum geleceğini bilemezlerdi. Kimi yolda gidiyordu, kimi parkta oynuyordu, kimi düğüne gitmişti, kimi de bıktığı hayatından uzaklaşıp yeni bir yaşam hayalindeydi. Bırakmadılar…
28 Eylül, Bireysel Silahsızlanma Günü’nün anlamı yılın tüm günlerine yayılmalı. Bu konuda çalışmalar yapanlara destek verilmeli, hiç olmazsa köstek olunmamalıdır.
Bekliyoruz… Ne zaman bireysel silahlanmayı engelleyecek gerekli yasaların önü açılacak? “Ne var ne yok silahlanın,” diyen kişilere ne zaman engel olunacak? Ormanlara sakladıkları silahları ortaya çıkarma tehditleri edenlere hiç mi müdahale edilmeyecek? Yoksa bu konu
saldım çayıra Mevla’m kayıra doğrultusunda yol alıp üçüncü sayfalarda çoğalmaya tüm hızıyla devam mı edecek? Bilinçlenme adına Taksim’de açık havada yapılan Sessiz Ayakkabılar Yürüyüşü Etkinliği’ne bile 2013 yılından beri izin verilmiyor.
Ayrıca silahlanmayı engellemenin yanı sıra, silah bulup buluşturup işlenen cinayetlere verilen cezaların arttırılması, yok takım elbise giydi, yok kravat taktı, efendim namus meselesiydi gibi saçma sapan iyi hal(!) durumların göz önüne alıp cezalarda indirim yapılmaması, özellikle kadınları koruyacak yasaların bir an önce çıkarılması şart.
Yoksa durum; ölen ölür, kalan sağlar bizimdir diye devam eder durur.
Ceyda Sevgi Ünal
|