Bir Dünya Kadınlar Günü daha geldi. Sadece adı olan bir gün bizim için. Başta çiçekçiler olmak üzere piyasayı canlandırma günü desek aslında daha uygun olur. Bazı kadınlarımız içinse yiyip içip göbek atma, halay çekme için bahane oluyor. Arada bir iki şiir de okununca bir dahaki yıla kadar tüm sorunlar halledilecek gibi geliyor onlara.
Oysa ülkemizde gittikçe artan kadın ölümleri ile karşı karşıyayız uzun yıllardır. 2019 yılında 474 kadın öldürüldü.
Ne acı ve ilginçtir ki bu kadınların 152’ni kimin öldürdüğü tespit edilemedi. 134’ü kocası tarafından, 25’i eski eşi tarafından, 51’i birlikte yaşadığı erkek tarafından öldürüldü. Ardından 2020 Ocak ayında 27, Şubat ayında 22 kadın öldürüldü. Tabloya bakar mısınız? Kimsenin dur dediği, dur diyeceği yok! Gittikçe katlanıyor. O, bu, şu sebepler katlediliyor kadınlar. İçlerinde yıllarca şiddet görenler, tecavüze uğrayanlar var. Kaçsa da malum sondan kurtulamayanlar var.
Kadınlara yapılanlara önlem almak hiç akıllara gelmiyor. Yıllar önce bir panik butonu düşünülmüş ama uygulamaya geçirilmemişti. Eleştirilecek yönler olsa da biraz olsun şiddette caydırıcılık getirebilirdi belki. Olmadı.
Zaten kadının duvarlar ardına atmaya uğraşan zihniyetler, kendilerini su yüzüne çıkarmaya birer birer başladılar. Hamile sokağa çıkmasın, kadınlar pembe otobüse binsin, 9 yaşında kızla evlenir, kadınlar tecavüzcüsüyle evlensin, öğrenci kız nişanlanabilir gibi. Üstelik bu saçmalıklar, etiketi akademisyen olanlardan geliyor. Bunlardan cesaret alanlar da, kadınların giyimine kadar müdahale ederek şiddete başvurdular. Belli bir kesimin baskısıyla bir gözaltına alındılar, bir serbest bırakıldılar, bir tutuklandılar. Şimdi neredeler? Kravat taktı diye kadın öldürenin ceza indirimi aldığını duyduğumuzda şaşırmıyoruz artık. Kadınların ölümüne “Oh olsun,” diyen mesajları okumaya devam ederken…
Bir çarkın dişlileri arasında öğütülüp durmakta kadın. Başına gelenlerin tek suçlusu olarak gösteriliyor. Açık giyinmeseydi, o saatte orada ne işi vardı, ayrılmak istemeseydi, sevgilisi vardır mutlaka gibi sorgulamalarla. Erkeklere gelince tık yok! İstediği gibi gezer, tozar, istediğini yapar ki bu yapmanın içine koyun koyabildiğinizi- ataerkil düzene devam.
Bu bozuk düzende tek yapılan, parklara öldürülen kadınların isimlerini vermek oluyor. Yoksa kadının kaderi doğmadan yazılıyor adeta. Kız çocuğu olarak doğmak ömür boyu mücadele edeceğin anlamında. İş hayatındaki mobing, evlilik içindeki sorumluluklar dahil yaşamın tüm yükünü çekip bir de karşı cinsin her türlü baskısına, aşağılamasına maruz kalmak, onlara baş kaldırmak, kaldırınca da şiddete hatta canından olmaya kadar giden bir süreç kadının yaşamı.
Hiç başkaldırmayacaksın, konuşmayacaksın, susup oturacaksın kadınsan. Daha bir protesto dansına bile izin verilmedi. Bundan ötesi var mı?
Tabii bu arada kadınlar arasında da birbirlerini aşağıya çekme durumu var. Şiddet yanlısı erkeklerle işbirliği yaparcasına namus bekçiliği üstlenmiş kadınlar yüzünden sekteye uğruyor
mücadele. Dar kalıpların kadınları onlar. Ezilmekten adeta zevk alan, kendini hep ikinci sınıf gören, bunu da gururla devamlı ifade eden. Her kesimde var bu kadınlar. Ve bunlar birer anne olunca iş daha da zorlaşıyor. Zaten toplumda erkek çocuğunu yüceltmekle başlayan bu ataerkil düzenin sorumlusu o zihniyette kadınlar değil mi?
Eğitim şart. Kız çocuklarının okutulmasından kaçınan bir toplumda nasıl olacaksa artık. Hadi okudu, doktor oldu diyelim; kadın doktorun erkek hastaya bakmaktan kaçtığı gibi durumlar yaşanan ülke olduk. Ayrıca eğitim seviyeniz ne kadar yüksek olursa olsun erkek şiddetine engel değil. Aynı şekilde erkeğin eğitimlisinin içinde de şiddet uygulamaktan kaçınmayanlar o kadar çok ki.
Kitaplarda yapılan ayrımcılık, resimlerle gözümüze sokulup duruyor. Kapalı, açık kadın ayrımcılığı başta. Sonra erkek ve kadın rollerinin kesin sınırlarla çizilmesi sonucu aile içinde kadının yeri evidir yüklemesi geliyor.
Yetmiyor; bazı kitaplarda gördüğümüz gibi okullara sokulan bir çocuk öyküsü kitabının İki Eş başlıklı öyküsü şu tümceyle başlıyor.
“Nasrettin Hoca’nın iki eşi varmış.”
Bundan sonra ne söylenir?
Tek bildiğim, susulmaz, haykırılır!
Senede bir gün değil…
Her gün…
Ceyda Sevgi Ünal
|